top of page
Avukat Baran DELİL

Deprem Nedeniyle Tazminat Davası 2024

Delil Hukuk Bürosu

deprem nedeniyle tazminat davası
 

Makale İçeriği:

  1. Tazminat Nedir?

  2. Deprem Nedeniyle Meydana Gelen Zararın Karşılanması

  3. Deprem Nedeniyle Delil Tespiti

  4. DASK Zorunlu Deprem Sigortasının Karşılayacağı Zararlar

  5. Zorunlu Deprem Sigortasının Karşılamadığı Zararlar ile Azami Teminat Limiti

  6. Zorunlu Deprem Sigortasından Kaynaklanan Taleplerde Zamanaşımı

  7. Deprem Nedeniyle Tazminat Davası

  8. Deprem Nedeniyle Kimler Tazminat Talep Edebilir?

  9. Deprem Sonucunda Ölüm Meydana Gelmiş Olması Halinde Mirasçıların Yapması Gerekenler

  10. Deprem Nedeniyle Tazminat Yükümlüsü Kimdir?

    1. Deprem Nedeniyle Devletin ve İdarenin Tazminat Yükümlülüğü

    2. Deprem Nedeniyle Müteahhit, Yapı Denetim Kuruluşu ve Diğer İlgililerin Tazminat Yükümlülüğü

    3. Deprem Nedeniyle Yapı Malikinin Tazminat Yükümlülüğü

  11. Deprem Nedeniyle Tazminata İlişkin Yargıtay ve Danıştay Kararları

 

Tazminat Nedir?


Tazminat: "Zarar karşılığı ödenen para, ödence" anlamına gelen, Arapça kökenli sözcüktür. Hukuka aykırılık teşkil eden bir eylem veya işlem sonucunda maddi veya manevi olarak zarara uğrayan kişilerin, yaşadıkları zararın giderilmesi için sorumlulardan talep edeceği karşılığa tazminat denilmektedir. Somut olayın gereklerine göre maddi veya manevi tazminat söz konusu olabilir. Tazminat, talep üzerine sorumlular tarafından zarara uğrananlara ödenebileceği gibi; sorumlular tarafından ödeme gerçekleştirilmesinden imtina edilmesi halinde mahkemeden talep edilebilir ve mahkeme tarafından hükme bağlanabilir.


Deprem nedeniyle tazminat, depremde zarar gören kişilerin kendi aralarındaki ilişkileri de yakından ilgilendirmektedir. Çünkü örneğin depremde yıkılan bir binanın maliki, kiracısına veya yoldan geçerken enkaz altında kalan bir 3. kişiye ya da onun ölümü halinde 3. kişinin ailesine karşı tazminat borçlusu olacakken; durumun gereklerine göre zorunlu deprem sigortası kurumu veya idare ya da müteahhitle olan ilişkisinde tazminat alacaklısı olabilmektedir. Bu nedenle deprem, tazminat hukuku açısından depremden etkilenen tüm sujeleri ilgilendirmektedir. Tüm bu hususlar, makalemizin devamında detaylı olarak siz değerli okuyucularımıza aktarılacaktır.


Ülkemizdeki hatalı uygulamalar ile bazı basın ve yayın kuruluşlarına yansıyan haberler: Halk arasında tazminatın ne olduğundan çok, ne olmadığı hususunun belirgin hale getirilmesi ve halkın bu hususa ilişkin olarak bilinçlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Tazminat, bir çeşit zenginleşme aracı değildir. Meydana gelen zarar sonucunda ödenecek olan tazminat, zarara uğrayan kişi açısından zararın etkilerini ortadan kaldıracak nitelikte olacaktır. Bu anlamda zarara uğrayan kişinin, tazminat yoluyla zararın öncesindeki mevcut durumuna nazaran zenginleşmesi gibi bir olasılık söz konusu değildir.



Deprem Nedeniyle Meydana Gelen Zararın Karşılanması


Halk arasında oldukça hatalı bir şekilde, yalnızca depremde yıkılan bina sahiplerinin can ve mal kayıplarının tazminata konu edilebileceği düşüncesi yaygındır. Oysa deprem nedeniyle çeşitli kişi veya kurumlardan tazminat alınmasını sağlayabilecek nitelikte birçok zarar meydana gelmiş olabilir ve her somut olay, kendi içinde ayrı ayrı değerlendirmeye tabii tutulmalıdır. Deprem nedeniyle meydana gelebilecek olan bu zararların başında:

  1. Deprem nedeniyle kişinin maliki olduğu bir binanın yıkılması nedeniyle meydana gelen maddi zararlar,

  2. Deprem nedeniyle ölen kişinin yakınlarının, ölenin desteğinden yoksun kalmış olmalarından kaynaklı olarak meydana gelen zararlar(destekten yoksun kalma tazminatı, cenaze masrafları vb.),

  3. Deprem nedeniyle yıkılan binanın etrafında bulunan motosiklet, araba vb. eşya maliklerinin zararları,

  4. Deprem nedeniyle yaralanan kişilerin uğradığı zararlar(hastane masrafları, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından kaynaklanan zararlar vb.),

  5. Depremden etkilenen kişilerin yaşadığı psikolojik acı, elem, keder, ızdırap nedeniyle meydana gelen manevi zararlar,

  6. Elektrik direkleri, su boruları, otoyol ve tren rayları gibi altyapı ve lojistik hatlarda meydana gelen zararlar

gibi çok çeşitli zarar türleri gelmektedir.


Deprem nedeniyle birçok farklı zarar meydana gelebilecektir. Bu nedenle deprem nedeniyle tazmini talep edilebilecek zararlar, yalnızca yukarıda saymış olduklarımızla sınırlı olarak kabul edilmemelidir ve yine yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi, her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirilmeli ve izlenecek yol ile yürütülecek olan hukuki strateji ustalıkla ele alınmalıdır.


Bu zararların her biri için farklı yöntem izlenilmesi gerekebilir. Örneğin binanın yıkılması sonucunda yapı maliklerinin uğradığı zararlara ilişkin olarak, DASK(Doğal Afet Sigortaları Kurumu) ZDS(Zorunlu Deprem Sigortası) poliçesinin mevcut olup olmadığı hususu dikkate alınır. Zorunlu deprem sigortası bulunun yapılara ilişkin olarak ilk iş DASK Zorunlu deprem sigortası poliçesine başvurmaktır. Bu başvuru Alo 125, e-devlet ve DASK internet sitesi üzerinden kolaylıkla gerçekleştirilebilmektedir.


Ancak DASK zorunlu deprem sigortasının poliçe teminatı, aşağıda bahsedeceğimiz üzere genellikle depremzedelerin zararlarının tümünü çeşitli nedenlerle karşılayamamaktadır. Bu halde kompleks hukuki problemler ortaya çıkmakta ve 3. kişiler ile kurumlar aleyhine dava açılması söz konusu olabilmektedir. Bu nedenle bu tip hususların mutlaka alanında uzman bir avukat ile görüşülmesi tavsiye edilmektedir. Özellikle makalemizin sonunda yer alan Yargıtay kararları incelenecek olursa, deprem nedeniyle tazminata hükmedilebilmesi için bazı spesifik unsurların ve özellikle sorumluların eylemleri veya eylemsizlikleri ile meydana gelen zarar arasında illiyet bağının kurulması gerekecektir. En ufak bir eksiklik, deprem nedeniyle zarara uğrayan depremzedelerin haklarını mahkeme yoluyla temin etmelerinin önüne geçebilecek nitelikte sonuçlar doğurabilir. Bu durumun en başında, deprem akabinde deprem bölgesinde gerçekleştirilecek olan enkaz kaldırma çalışmaları gelmektedir.


Dolayısıyla deprem nedeniyle herhangi bir zararın meydana gelmesi durumunda yapılması gereken ilk iş, delil tespitinin sağlanması ve delillerin hukuki güvence altına alınması olacaktır. Aksi takdirde hak sahiplerinin hukuki yollarla haklarını aramaları veya sorumluların ceza hukuku anlamında cezalandırılması son derece güçleşecektir.



Deprem Nedeniyle Delil Tespiti


Deprem bölgelerinde deprem nedeniyle zarara uğrayan vatandaşların hukuki arayışlarında karşılaşacakları en büyük sorun, delil tespitinin sağlanmasıdır. Daha önce özellikle 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi ile 23 Ekim 2011 Van Depremi başta olmak üzere ülkemizde yaşanılan depremlerin sonrasında yürütülen hukuki süreçlerin sonucunda verilen yargısal içtihatlar(Bazı emsal Yargıtay kararları, makalemizin sonunda yer almaktadır) göstermiştir ki: delil tespitinin gerektiği gibi yapılamaması nedeniyle sorumluların hukuki ve cezai olarak eylemlerinden sorumlu tutulmaları mümkün olamamaktadır. Bu nedenle olası bir deprem durumunda, deprem nedeniyle meydana gelen enkaz kaldırılmadan önce ve depremzedelerin enkaz altından çıkarılmasından sonra, gecikmeksizin yapılması gereken ilk iş: Meydana gelen zarara ve bu zararın meydana gelmesinde sorumluluğu bulunan kişilerin sorumluluklarının ispatına ilişkin olarak gerekli delil tespiti işlemlerinin gerçekleştirilmesidir.


Deprem bölgesindeki Cumhuriyet Başsavcılığına bağlı savcılar tarafından resen inceleme yapılması gerekmekteyse de, çok büyük kayıplara sebebiyet verecek nitelikte şiddetli depremler nedeniyle o yerdeki savcıların yetersiz kalması mümkündür. Bu nedenle deprem bölgesinde geçici savcı görevlendirmeleri yapılabilir. Örneğin 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremi nedeniyle Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay, Osmaniye ve Adıyaman gibi illerimizde geçici savcı görevlendirmeleri yapıldığı haberlere yansımıştır.


Bununla birlikte işini şansa bırakmak istemeyen hak sahipleri tarafından "delil tespiti davası" olarak bilinen delil tespiti talebiyle Sulh Hukuk Mahkemesi veya Asliye Hukuk Mahkemelerine başvuruda bulunulabilir. Delil tespiti herhangi bir davaya göre son derece hızlı bir şekilde tamamlanan bir hukuki süreçtir ve bu nedenle zaman kaybı endişesi yaşanmaması gerekir. Delil tespitine ilişkin olarak detaylı bilgi edinmek için, konuya dair makalemizi inceleyebilirsiniz: Delil Tespiti Talebi


Deprem özelinde delil tespiti, yıkılmış olan yapılardan karot testi için örnekler alınmasını gerektirmektedir. Bunun için binanın betonundan ve demirlerinden örnekler alınır. Çimento kalitesi ve malzeme dayanıklılığı ölçülür.


Delil tespiti yapmak isteyen vatandaşlar ayrıca Türkiye Barolar Birliği'nin 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremi sonrasında duyurduğu "Enkaz Radarı" adlı mobil uygulaması ile enkaz bölgesinde zaman kodlu görüntüler alabilir ve uygulamaya kaydını sağlayabilirler.


Ek olarak deprem sonrasında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından depremde hasar gören binalara ilişkin olarak, binada oluşan hasarın tespitine ve binanın oturmaya elverişli olup olmadığına ilişkin çalışmalar gerçekleştirilir ve bu çalışmaların raporları da daha sonra açılacak olan davalarda delil olarak kullanılabilir, müzekkere ile dava dosyasına getirtilebilir.



DASK Zorunlu Deprem Sigortasının Karşılayacağı Zararlar


DASK, Doğal Afet Sigortaları Kurumu'nun kısaltmasıdır. Doğal Afet Sigortaları Kurumu, zorunlu deprem sigortası uygulamalarının yapılması, yönetilmesi ve ülke genelinde yaygınlık kazanması amacıyla kurulmuş olan bir kamu kurumudur, özel hukuk tüzel kişisi niteliğinde olan bir şirket değildir. DASK zorunlu deprem sigortası, deprem bölgesinde bulunan ülkemizde meydana gelmesi olası depremler nedeniyle meydana gelecek olan zarar riskinin, dolaylı olarak tüm ülke tarafından paylaşılmasını sağlamaktadır.


Zorunlu deprem sigortası, deprem nedeniyle meydana gelebilecek olan her türlü zarar kalemini karşılamaz. Ayrıca zorunlu deprem sigortası poliçesinde belirtilmiş olan limitin üzerindeki zararlar da zorunlu deprem sigortası tarafından karşılanmayacaktır.


Ek olarak, zorunlu deprem sigortasının yalnızca ev sahibinin zararlarını karşılayacağı da unutulmamalıdır. Üçüncü kişiler ile kiracıların zorunlu deprem sigortasından ödeme almaları mümkün değildir.


Zorunlu deprem sigortası, binanın tamamen yıkılması ya da kısmen zarar görmüş olması nedeniyle meydana gelen zararları teminat altına almaktadır. Ayrıca aşağıda yer alan bina bölümleri, bir arada ya da ayrı ayrı teminat kapsamında tutulmuştur:

  • Temeller

  • Ana duvarlar

  • Bağımsız bölümleri ayıran ortak duvarlar

  • Bahçe duvarları

  • İstinat duvarları

  • Tavan ve tabanlar

  • Merdivenler

  • Asansörler

  • Sahanlıklar

  • Koridorlar

  • Çatılar

  • Bacalar

  • Yapının yukarıdakilerle benzer nitelikteki tamamlayıcı bölümleri



Zorunlu Deprem Sigortasının Karşılamadığı Zararlar ile Azami Teminat Limiti


DASK zorunlu deprem sigortası, deprem nedeniyle meydana gelen her türlü zarar kalemini karşılamamaktadır. Aşağıdaki zararlar, DASK zorunlu deprem sigortasının teminat kapsamı dışındadır:

  • Depremden bağımsız olarak, binanın kendi kusurlu yapısı nedeniyle meydana gelen zararlar(müteahhit, yapı denetim şirketi ve yapıya ilişkin olarak yapı kullanma izin ruhsatı veren idareye yöneltilmelidir)

  • Deprem nedeniyle meydana gelen enkazın kaldırılması için gerekli masraflar

  • Depremzedelerin yaşadıkları kar kaybı, kazanç kaybı, iş durması, kira mahrumiyeti, alternatif ikametgah ve işyeri masrafları

  • Mali sorumluluklar ve benzeri başkaca ileri sürülebilecek diğer bütün dolaylı zararlar(Yapı malikinin üçüncü kişilere karşı sorumluluğundan doğan zararlar)

  • Her türlü taşınır mal, eşya ve benzerleri ile ölüm ve yaralanmadan kaynaklanan her türlü zarar(destekten yoksun kalma, hastane masrafları vb. gibi)

  • Manevi tazminat talepleri

  • Deprem ve deprem sonucu oluşan yangın, infilak, tsunami veya yer kayması haricindeki hasarlar

Bu tür kayıplara istinaden özel firmalarla anlaşmak suretiyle ihtiyari sigorta poliçeleri imzalayabilirler. Ancak bu tip zararlar, DASK zorunlu deprem sigortası kapsamının dışındadır.


Ayrıca, uygulamada DASK zorunlu deprem sigortasının karşılayacağı azami tutar, DASK tarafından her yıl inşaat maliyetlerindeki artışa göre belirlenmektedir ve 25 Kasım 2022 tarihinden itibaren 640.000(altıyüzkırkbin) Türk Lirası olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte DASK'ın, sigorta poliçelerine ilişkin talepte bulunan kişilere, belediye rayiçleri üzerinden ödeme yapma tercihinde bulunduğu ve taşınmazlara ilişkin belediye rayiçlerinin de deprem nedeniyle zarar gören yapıların gerçek bedellerinden çok düşük kaldığı yaygın olarak bilinen bir gerçektir. Bu nedenle sürecin alanında uzman bir avukat yardımıyla yürütülmesi, depremzede vatandaşların faydasına olacaktır.



Zorunlu Deprem Sigortasından Kaynaklanan Taleplerde Zamanaşımı


Zorunlu deprem sigortasından doğan bütün taleplere ilişkin olarak zamanaşımı, sözleşmenin sona ereceği tarihten itibaren iki yıldır. Bu husus, Zorunlu Deprem Sigortası Genel Şartları'nın "C.7" maddesi hükmünde, açık bir şekilde düzenlenmiştir.


Zorunlu Deprem Sigortası Genel Şartları C.7 Maddesine Göre: "Sigorta sözleşmesinden doğan bütün talepler, sözleşmenin sona ermesinden itibaren iki yılda zaman aşımına uğrar."

Madde hükmünde yoruma gerek olmaksızın, son derece açıkça görüldüğü üzere DASK zorunlu deprem sigortasından kaynaklı olarak ileri sürülecek olan talepler, olayın gerçekleşmesi akabinde değil, sigorta sözleşmesinin sona erme tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımı süresine tabiidir. Bu ayrım, makalemizin sonunda, emsal kararlar arasında yer alan, Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2016/3780 E., 2019/5480 K. sayılı kararında görüldüğü üzere, Yargıtay tarafından da aynı şekilde vurgulanmaktadır.



Deprem Nedeniyle Tazminat Davası


Deprem nedeniyle birçok farklı kişinin, birçok farklı tazminat yükümlüsüne karşı dava açabilmesi mümkündür. Bu durum, her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirmeye tabii tutulmalıdır. Deprem nedeniyle tazminata hükmedilebilmesi için, uygun illiyet bağı, zarar, kusur(kusursuz sorumluluk halleri hariç olmak üzere) gibi tazminata ilişkin tüm şartların mevcut olması gerekmektedir. Makalemizin sonunda yer alan Yargıtay kararlarında da görülebileceği üzere, kişilerin depremzede olmalarının toplumda yarattığı duygusal etkiler, yargılama sürecini hiçbir surette etkilememekte ve usulüne uygun bir şekilde ispatlanmamış olan hususlara ilişkin olarak ne müteahhit(yüklenici) ne de sigorta kuruluşları aleyhine hüküm kurulmamaktadır. Bu nedenle depremden kaynaklanan tazminat davalarının son derece dikkatli ve ustalıkla yürütülmesi gerekmektedir.



Deprem Nedeniyle Kimler Tazminat Talep Edebilir?


Sanılanın aksine, deprem nedeniyle zarara uğrayan ve tazminat talep edebilecek olan tek tazminat alacaklısı, DASK zorunlu deprem sigortası poliçesine ilişkin olarak talepte bulunabilecek olan yapı maliki değildir. Deprem nedeniyle zarara uğrayan herkesin zararı, uygun illiyet bağı ve kusurlu/kusursuz sorumluluk ilişkileri ile diğer tazminat şartları da dikkate alınmak suretiyle tazminat davasına konu edilebilir.


Örneğin kiracı, kiraya veren malike karşı dava açabilir; aynı şekilde depremde yıkılan bina nedeniyle aracı zarar gören araç maliki de bina malikine karşı tazminat talebinde bulunabilir. Binayı gizli ayıplı olarak imal ettiği açığa çıkan müteahhite yönelik tazminat isteminde bulunulabileceği gibi, tadilat vb. nedenlerle binanın ana kolon ve kirişlerinde hasara neden olan ve bu şekilde binayı zayıflatan komşulara da tazminat davası açılabilecektir.



Deprem Sonucunda Ölüm Meydana Gelmiş Olması Halinde Mirasçıların Yapması Gerekenler


Deprem nedeniyle yakınlarını kaybeden ve Türk Medeni Kanunumuzda yer alan zümre sistemi uyarınca ölenin mirasçısı olan kişiler, sorumlulara ilişkin olarak tazminat talebinde bulunabilmek için hukuken mirasçı olduklarını ispatlamak durumundadırlar. Bu nedenle Sulh Hukuk Mahkemesi veya Noterliklere başvuru yapılarak mirasçılık belgesi ya da diğer adıyla veraset ilamının alınması gerekmektedir. Veraset ilamının alınması için en kolay ve hızlı yöntem, noterliğe başvurarak mirasçılık belgesi almaktır. Ancak çeşitli durumlarda noterlikler tarafından veraset ilamının verilemeyeceği bildirilir ve ilgililer Sulh Hukuk Mahkemesine yönlendirilir.


Mirasçılık belgesinde herhangi bir hata bulunması halinde, mirasçılık belgesinin iptali davası ya da diğer adıyla veraset ilamının iptali davası açılmalı ve hatanın düzeltilmesi mahkemeden talep edilmelidir.


Gerçek duruma ve hukuka uygun mirasçılık belgesini edinen mirasçılar, artık veraset ilamını göstermek suretiyle mirasçısı oldukları kişilere dair miras hukukundan doğan haklarını 3. kişilere karşı ileri sürebilirler. Bununla birlikte, ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin destekten yoksun kalma tazminatı talebinde bulunabilmeleri için, aynı zamanda ölenin mirasçısı olmaları gerekmez. Ölenin kendilerine olan desteğinin varlığını ispatlamaları yeterli olacaktır.



Deprem Nedeniyle Tazminat Yükümlüsü Kimdir?


Tazminat yükümlüsü, zarara uğrayan kişinin zararını karşılamakla sorumlu olan kişidir. Deprem nedeniyle tazminat yükümlüsü olan kişi ve kurumların yükümlülüğü: Yaşanan depremin merkez üssüne, şiddetine, yarattığı zararlara, öngörülebilirlik durumuna, somut olarak talepte bulunan depremzedenin yaşadığı manevi ızdıraba ve maddi kayıplara, illiyet bağını ortadan kaldıran sebeplerin bulunup bulunmamasına, kusur sorumluluğu öngörülen haller açısından kusurluluk durumuna göre değişiklik gösterebilmektedir.


a) Deprem Nedeniyle Devletin ve İdarenin Tazminat Yükümlülüğü


Depremden kaynaklı olarak idarenin sorumluluğunu doğuran çok çeşitli durumlar söz konusu olabilir. Örneğin binaya ilişkin olarak riskli yapı tespit raporu düzenlenmiş olmasına rağmen yıkım ve tahliye süreci yürütülmemiş olabilir. İmar Kanunumuza ve deprem mevzuatına göre inşaat ve iskan ruhsatı(yapı kullanma izin belgesi) verilmemesi gereken yapılara izin veren, göz yuman, bu yapıların tespiti halinde riskli alan veya riskli yapı tespiti akabinde gerçekleştirilmesi gerekli olan süreci gerçekleştirmeyen idarenin hizmet kusurunun mevcut olduğu ileri sürülebilir. Bu anlamda belediyelere, valiliklere ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına husumet yöneltilerek idari yargı nezdinde tam yargı davası açılabilir.


Doktrinde bazı yazarlar, özellikle Ahmet Mithat Kılıçoğlu hocamız, imar affı nedeniyle de devletin sorumlu olacağını belirtmektedir.(Bakınız: Prof. Dr. Ahmet Mithat Kılıçoğlu'nun konuya ilişkin twitter paylaşımları) İmar affı, imara aykırı yapılara ilişkin olarak 3194 sayılı İmar Kanunumuzun, geçici 16. maddesinin 1. fıkrası uyarınca madde hükmünde belirtilen şartları sağlayan yapılar hakkında yapı kayıt belgesi düzenlenerek, esasen imara ve hukuka aykırı olan yapıların hukukileştirilmesi şeklinde kısaca özetlenebilir.


Ancak bu durum doktrinde tartışmalı olduğu gibi, yargısal içtihatlarda da devletin imar affından kaynaklı olarak sorumlu olacağına ilişkin herhangi bir emsal karar, tarafımızca tespit edilememiştir. Delil Hukuk Bürosu olarak bizim kanaatimiz: Devletin, imar hukukuna ve yaşam hakkına aykırı olacak şekilde, jeoloji bilimi ve inşaat mühendisliği alanlarındaki bilimsel veriler ile akademik çalışmaları hiçe saymak suretiyle yaptığı imar barışı(imar affı) dolayısıyla can ve mal kaybı meydana gelmesi durumunda, bu sebeple zarara uğrayan vatandaşların kayıplarını karşılaması gerektiği yönündedir. Çünkü bu hususu hukuk felsefesi açısından ele alacak olursak, devletin bu tip kontrolsüz uygulamaları nedeniyle devlet idaresine hiçbir sorumluluk yükletilmemesi, Anayasamızın 2, 5, 11, 17, 35/3, 57 ve 125. maddelerine aykırılık teşkil edecek nitelikte de facto bir durum yaratabilir. Bu husus, bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından görmezden gelinmemeli ve dikkatle ele alınmalıdır. Ancak öte yandan, aşağıda detaylı olarak açıklayacak olduğumuz üzere yapı malikinin Türk Borçlar Kanunumuzun 69. maddesinden kaynaklı kusursuz sorumluluğu, zarara uğrayanlar açısından öncelik arz etmektedir. Dolayısıyla kanaatimizce, öncelikle meydana gelen zararın TBK 69. madde uyarınca yapı malikinden karşılanmasının denenmesi, bu şekilde sonuç alınamaması halinde ise devletin sorumluluğuna gidilmesi gerekmektedir. Şüphesiz ki, 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremi, uygulamaya dair sonuçlarıyla bu neviden tartışmalı hususları mümkün mertebe ortadan kaldıracaktır.


Tüm bunlara ek olarak, yaşanılan depremlerde göçük altında kaldığı ve halen daha canlı olduğu tespit edilen kişilerin, AFAD vb. idari kurum ve kuruluşlar tarafından zamanında ve gerektiği gibi kurtarılmaması nedeniyle de idarenin sorumluluğunun doğabileceği açıktır. Başlı başına kurtarma faaliyetlerinin yapılıyor olması, idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Aynı zamanda kurtarma faaliyetlerinin tıbbi ve teknik gerekliliklere uygun bir şekilde yürütülmesi gerekir. Kurtarma faaliyetlerinin tıbbi ve teknik gereklere aykırı olacak şekilde yürütülmesi(enkaz altından çıkan vatandaşa hemen ve çok fazla su içirilmesi, iç organ kanaması veya beyin sarsıntısı geçiriyor olma ihtimali olan depremzedelerin hatalı olarak taşınması, hipotermi tehlikesi yaşayan vatandaşlara termal battaniye uygulanmaması gibi) nedeniyle yaşanan ölüm ve yaralanmalardan dolayı da maddi ve manevi tazminat ödenmesi gerekebilmektedir.


b) Deprem Nedeniyle Müteahhit, Yapı Denetim Kuruluşu ve Diğer İlgililerin Tazminat Yükümlülüğü


İnşa edilecek olan bir yapının projesi imara uygun olsa dahi, projenin zemine uygulanması, yani fiilen inşaat faaliyetinin yürütülmesi esnasında projeye ve imara aykırı olarak imalat gerçekleştirilmiş olabilir. Bu durumda müteahhit yani yüklenicinin sorumluluğuna gidilebilmektedir. Bu halde yüklenicinin sorumluluğunun belirlenmesinde yüklenici ile arsa sahibi arasındaki sözleşme de dikkate alınmalıdır. Yüklenici, arsa sahipleri ile isimsiz bir sözleşme türü olan kat karşılığı inşaat sözleşmesi akdetmiş olabilir ya da götürü usulü anlaşmış ve ücreti mukabilinde Türk Borçlar Kanunumuzun 470. maddesi ile devamında düzenlenmiş olan eser sözleşmesi akdetmiş olabilir. Yüklenici, sözleşme ile belirlenen eksik ve ayıplı ifa bedeli gibi cezai şartlara katlanmak durumundadır. Dolayısıyla yüklenicinin sorumluluğu, her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirmeye tabii tutulmalıdır. Ayrıca yüklenicinin kusurlu, eksik ve ayıplı imalatı sebebiyle meydana gelen ölüm ve yaralanmalardan dolayı da tazminat ödemesi gerekecektir. Yüklenicinin kusuru, diğer kişi ve kurumların kusurluluğunu ve illiyet bağını etkileyebilir, dolayısıyla 3. kişilerin tazminat yükümlülüğünü ortadan kaldırabilir.


Müteahhitin kusurlu olduğunun tespiti için mutlaka karot testi örnekleri alınmalı, malzeme kalitesi ile eğer malzemeler kaliteliyse bu malzemelerin uygulanma usulü dikkatle incelenmelidir. Toplumumuzda deprem sonrasında yüklenicilere yönelik olarak adeta bir linç kültürü sergilenmekteyse de, masumiyet karinesinin önemi unutulmamalı ve sağlıklı bir incelemeye imkan tanıyacak nitelikte delil tespiti sağlanmalıdır.


Yapı denetim kuruluşu da, müteahhit gibi görevini eksik veya ayıplı ifa etmiş olmasından dolayı sorumlu tutulacaktır.


4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunumuzun 3/1. Maddesine Göre: "Bu Kanunun uygulanmasında, yapı denetim kuruluşları imar mevzuatı uyarınca öngörülen fennî mesuliyeti ilgili idareye karşı üstlenir."

İdarenin yapı denetimi işinin imar ve deprem mevzuatına uygun olacak bir şekilde layığıyla yerine getirememesi halinde tam yargı davası sonucunda vatandaşlara tazminat ödemesi durumunda, bu yapılan ödemeler ilgili idare tarafından yapı denetim şirketine rücu edilebilir. Çünkü kanunda açıkça yapı denetim kuruluşlarının imar mevzuatı uyarınca öngörülen fenni mesuliyetinin ilgili idareye karşı üstlenileceği belirtilmektedir. Bu durumun temel sebebi, yapı denetimine ilişkin uygulamaların esasen idarenin görev alanına girmesi ve yapı denetim şirketlerinin bu süreci layığıyla yerine getirememesinin idare açısından "hizmet kusuru" teşkil etmesidir. Ancak uygulamada bazı yazarların, yapı denetim şirketlerinin de müteahhitlerle birlikte ve müteselsilen yapı maliklerine karşı sorumlu olacağı yönünde görüş bildirdiği görülmektedir. Bu durumun temel sebebinin, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunumuzun 3/2. maddesinde yer alan düzenleme olduğu kanaatindeyiz.


4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunumuzun 3/2. Maddesine Göre: "Yapı denetim kuruluşları öncelikle risk bazlı denetim yapar. Yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi ile birlikte yapının ruhsat ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılmış olması nedeniyle ortaya çıkan yapı hasarından dolayı yapı sahibi ve ilgili idareye karşı, kusurları oranında sorumludurlar. Bu sorumluluğun süresi; yapı kullanma izninin alındığı tarihten itibaren, yapının taşıyıcı sisteminden dolayı on beş yıl, taşıyıcı olmayan diğer kısımlarda ise iki yıldır."

Kanaatimizce bu durum, yapı denetim işinin aslen idarenin görev alanında bulunuyor olması ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunumuzun 3/1. maddesinde yer alan açık hüküm gereği öncelikli olarak idarenin sorumluluğu ile birlikte, gerek görülmesi halinde depremzede vatandaşa yapılacak olan ödemenin idare tarafından yapı denetim kuruluşuna rücu edilmesi, çok daha hakkaniyetli bir yöntem olacaktır. Ancak bu hususa ilişkin olarak ilerleyen zamanlarda ortaya çıkacak olan emsal mahkeme kararları, konunun somutlaştırılması açısından önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu hususa ilişkin olarak ortaya çıkacak olan emsal nitelikli kararlar, tarafımızca mümkün mertebe makalemize eklenecek ve siz değerli meslektaşlarımız ile vatandaşlarımız için güncellenme sağlanacaktır.



c) Deprem Nedeniyle Yapı Malikinin Tazminat Yükümlülüğü


Deprem nedeniyle yapı maliki, yıkılan yapıyı kiracı olarak kullanan kişiye veya yapının yıkılması sonucunda zarar gören başkaca üçüncü kişilere karşı sorumlu tutulabilir. Türk Borçlar Kanunumuzun 69. maddesi, yapı maliki ile intifa ve oturma hakkı sahiplerinin sorumluluğunu düzenlemektedir. Bununla birlikte zarara uğrayan ile bina ve yapı maliki arasında kira sözleşmesi vb. bir sözleşme ilişkisi bulunuyorsa, TBK 69. maddenin yanında bu sözleşme hükümleri de dikkate alınacaktır.


Türk Borçlar Kanunumuzun 69. Maddesine Göre: "Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. İntifa ve oturma hakkı sahipleri de, binanın bakımındaki eksikliklerden doğan zararlardan, malikle birlikte müteselsilen sorumludurlar. Sorumluların, bu sebeplerle kendilerine karşı sorumlu olan diğer kişilere rücu hakkı saklıdır."

Madde hükmü gereğince deprem nedeniyle yıkılan binalar ile diğer yapıların malikleri, yıkılan bina veya diğer yapılardan dolayı zarar gören kişilerin zararlarını gidermek durumundadır. Yapı maliklerine kanun ile yüklenen bu tazminat yükümlülüğü, kusursuz bir sorumluluk tipidir. Bu nedenle yapı malikinin kusurlu olmadığını iddia etmek suretiyle zararı gidermeyi reddetmesi mümkün değildir. Ancak illiyet bağını kesen herhangi bir sebep mevcutsa, bu sebebin de değerlendirmeye tabii tutulması gerekir, bu anlamda 3. kişinin ağır kusurluluğunun mevcut olması halinde bu durumun hukuka uygun delillerle tespit edilmesi lazımdır. Dolayısıyla Ayrıca maddenin 2. fıkrasından da açıkça görüldüğü üzere, intifa ve oturma hakkı sahipleri de yapı maliki ile birlikte müteselsilen sorumludurlar.


Depremde yıkılan bir yapının yanında bulunan ve yıkılan enkazın altında kalan bir otomobilin sahibi olan kişi, bu sebeple yapı malikinden zararın giderilmesini talep edebilir. Aynı şekilde, deprem esnasında yıkılan bir binanın yanındaki kaldırımdan geçerken enkaz altında kalarak can veren 3. bir kişinin yakınları da yıkılan yapının maliklerinden tazminat talep edebilecektir. Yapı malikinin bu sorumluluğu, kusursuz sorumluluk olup, daha sonra yapı maliki tarafından binanın depremde yıkılmasının esas sorumlusu olan müteahhit, idare vb. üçüncü kişi ve kurumlara rücu edilebilir.


 

Deprem Nedeniyle Tazminata İlişkin Yargıtay ve Danıştay Kararları

 
  • 7,2 ve üzeri şiddetinde olan depremlerde binanın; plan ve projesine, imar düzenlemelerine ve deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılmış olmasına rağmen deprem nedeniyle hasara uğramasının kaçınılmaz olduğuna ilişkin Yargıtay kararı,

  • Depremin, illiyet bağını kesmese dahi doğal afet niteliğinde oluşundan dolayı deprem nedeniyle verilecek olan tazminatta indirim yapılması gerektiğine ilişkin Yargıtay kararı,

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2016/7279 E., 2018/2541 K. sayılı kararı "İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ "...

...

... Dava konusu zarar, 23.10.2011 günü gerçekleşen deprem nedeniyle oluşmuştur. Bina; plan ve projesine, imar düzenlemelerine ve deprem yönetmeliğine uygun yapılmış olsa bile, gerçekleşen depremin 7,2 şiddetinde olduğu, gözönünde tutulduğunda binanın deprem nedeniyle hasara uğraması kaçınılmazdır (Aynı yönde bkz. ...nun 06.03.2013 günlü ve 2012/786 Esas 2013/318 Karar sayılı ilamı).

TBK. nun 51/1 (BK.nun 43/1) maddesine göre; “Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler."

Davacıların oluşan zararı, müteveffanın bulunduğu binanın deprem nedeniyle yıkılması sonucu doğmuştur. Kaçınılmazlık boyutlarında olmayan ( kaydedilen deprem şiddetinin ne kadar önlem alınırsa alınsın, yapı ne kadar sağlam yapılırsa yapılsın zararın doğacağının muhakkak olduğu seviyede olmaması hali ), şiddetli gerçekleşen depremin mücbir sebep olarak kabul edilip, zararla illiyet bağını kestiği kabul edilemez ise de; ne zaman ve hangi büyüklükte olacağı öngörülemeyen ve gerçekleştiğinde büyük bir yıkıma sebebiyet veren, bölgede herkesi etkileyen en büyük doğal afet olduğu da kabul edilmek zorundadır. Ayrıca, bölgenin birinci derecede deprem kuşağında yer aldığı ve oluşan depremin şiddet büyüklüğü de gözden kaçırılmamalıdır.

Bu durumda, mahkemece; belirlenen manevi tazminat miktarları ile takdiren belirlenen cenaze ve defin giderinden TBK.nun 51/1 (BK. nun 43/1) maddesi uyarınca uygun bir indirim yapılmamış olması, usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. ...

...

..."


 
  • Deprem nedeniyle müteahhide(yüklenici) yönelik tazminat taleplerinde bilirkişi raporu ve hesaplama usulü,

  • Deprem nedeniyle yıkılan binaya ilişkin olarak müteahhite(yüklenici) yönelik ileri sürülecek maddi tazminat istemlerinde, yapının deprem tarihindeki gerçek değerinin hesaplanması ve arsa payının değerinin bu tutardan düşülmesi gerektiğine ilişkin karar,

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2017/1585 E., 2017/4115 K. sayılı kararı "İçtihat Metni"

Mahkemesi : Asliye Hukuk Mahkemesi "...

...

... 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacılar ile temyiz eden davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.

2-Dairemizin yerleşik içtihat ve uygulamaları ile Yargıtay Yüksek 13. Hukuk Dairesi'nin uygulamalarında deprem nedeniyle binanın yıkılıp yapan yüklenici ya da sorumlular hakkında maddi tazminata hükmedilmesi gereken hallerde yapının deprem tarihindeki gerçek değerinin hesaplanması ve arsa payı düşülmek suretiyle buunacak miktarın tahsiline karar verilmesi gerektiği kabul edilmektedir (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nin 16.05.2011 gün 2010/93 Esas 2011/2928 Karar sayılı ilâmı ve depremde yıkılan binanın değeri yönünden Yargıtay 13. Hukuk Dairesi'nin 28.09.2011 gün 2011/4605 Esas 2011/3247 Karar sayılı ilâmı).

Yine 17.08.1999 tarihinde dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde ve bölgede meydana gelen depremin şiddeti dikkate alındığında, binanın yapılış tarihi itibariyle yürürlükte bulunan deprem yönetmeliğine uygun yapılmış olsa dahi hasar meydana gelebileceğinden davacıların maddi zararlarının bir kısmına katlanmaları hakkaniyete uygun olacağı gerekçesi ile 818 sayılı BK'nın 43. maddesi gereğince binanın yıkılması sonucu oluşan maddi zarardan hakkaniyet indirimi yapılması gerekir ise de; bu indirimin dosya kapsamına göre zararın niteliği, depremin şiddeti, binanın yapılış tarihi (yaşı) da dikkate alınıp hakkaniyete uygun olarak yapılması gerekir.

Davacılar ve murislerinin maddi zararın oluşmasında herhangi bir etkili davranışlarının bulunduğu ileri sürülüp ispatlanmamıştır. Kusur yönünden inceleme yapan bilirkişiler kurulu verdikleri 27.12.2010 tarihli raporlarında yüklenici, fenni sorumlu ve belediye dışında kalan %35 kusurun gayrimelhuzlara verileceğini kabul etmiş iseler de, bu orandaki kusurdan davacı iş sahibi mirasçılarının sorumlu tutulmaları ve maddi tazminat miktarından adına hakkaniyet indirimi denilmiş olsa dahi bu oranda indirim yapılması kusur paylaşımında en çok kusurun davacılara verildiği sonucunu doğuracağından, hak ve adalete uygun olmayacaktır.

Bu durumda mahkemece maddi tazminat ile ilgili hükme esas rapor ve ek raporu düzenleyen inşaat mühendisi bilirkişi ... ile emlakçı bilirkişi ...'tan davaya konu olan ve deprem sonucu yıkılan 4 adet daire ve 1 adet dükkanın yıkıldığı 17.08.1999 deprem tarihindeki mahalli piyasa rayiçleri ile bedeli, arsa payları düşülmek suretiyle hesaplattırılıp, bundan ek raporda kabul edilen %20 yıpranma payı indirilmek suretiyle rayiç bedel konusunda gerekçeli ve denetime elverişli ek rapor alınıp bulunacak bu miktardan, mahkemece depremin şiddetine göre binanın yapıldığı tarihte yürürlükte bulanan deprem yönetmeliğine uygun yapılmış olsa dahi yine hasar meydana gelebileceğinden davacıların zararın bir kısma katlanmalarının hakkaniyete uygun olacağı gözetilerek 818 sayılı BK'nın 43. maddesi hükmünce depremin şiddeti, binanın yaşı hususları da dikkate alınarak makul bir oranda hakkaniyet indirimi yapılmak suretiyle yıkılan daireler ve dükkanla ilgili maddi tazminat istemi konusunda sonucuna uygun karar verilmesi gerekirken bu hususlar üzerinde durulmadan ve özellikle kusur bilirkişilerinin gayrimelhuzlara verdiği oranın tamamı üzerinden hakkaniyet indirimi yapılmak suretiyle yazılı miktarda maddi tazminata hükmedilmesi doğru olmamış, kararın bozulması uygun görülmüştür. ...

...

..."


 
  • İşyerlerine ilişkin olarak zorunlu deprem sigortası uygulamasının bulunmamasına ilişkin karar,

  • Özel sigortada deprem teminatının yer almaması halinde sigorta poliçesine dayalı olarak ödeme alınamayacağına ilişkin karar,

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2014/7825 E., 2014/6466 K. sayılı kararı "İçtihat Metni" MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi "...

...

... Davacı vekili, müvekkiline ait davalılardan ... A.Ş.’ye işyeri ... poliçesiyle sigortalı iş yerinin deprem nedeniyle ağır derecede hasarlandığını, poliçede deprem muhteviyatı adında bir teminat olduğu halde davalı ... şirketine yapılan başvuru üzerine poliçede deprem teminatı olmadığı gerekçesiyle talebinin reddedildiğini, yine zorunlu deprem sigortasına ilişkin 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca deprem sigortasının zorunlu olduğunu, müvekkilime ait iş yerinin olduğu binayla ilgili deprem sigortasını yaptırtmayan ve bu konuda sahip olduğu hak ve yetkiyi kullanarak sorumluluğunu yerine getirmeyen diğer davalı ...’nun oluşan zarardan bölge rayiçleri ölçeğinde ... poliçeleri limitlerinde sorumlu olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 85.000,00 TL maddi tazminatın 23.10.2011 tarihinden işleyecek avans faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı ... vekili müvekkili ile davacı arasında tanzim edilmiş bir ... poliçesi olmadığından dolayı davanın öncelikle husumetten reddinin gerektiğini, zorunlu deprem sigortasının ... şirketleri tarafından düzenlendiğini, bu sigortayı yaptırmanın malik veya intifa hakkı sahibinin sorumluluğunda bulunduğunu, ... şirketinin kendiliğinden poliçe yapmasının mümkün olmadığını, yine ticarethanelerin zorunlu deprem sigortası kapsamı dışında kaldığını, sadece meskenlerin içinde inşa edilmiş ticarethanelerin zorunlu deprem sigortasına tabi olacağını belirterek davanın reddini savunmuştur

Davalı ...Ş. vekili, gayrimenkulün hangi risklere karşı ne şekilde ... ettirileceği konusundaki tasarruf ehliyetinin ve deprem sigortası yaptırma yükümlülüğünün gayrimenkul sahibinde bulunduğunu bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece toplanan delillere ve tüm dosya kapsamına göre davalılardan ... A.Ş.’ye karşı açılan davanın ... poliçesinin deprem teminatını içermemesi, davalı ...'na karşı açılan davanın ise rizikonun gerçekleştiği tarihte geçerli bir zorunlu deprem sigortası poliçesinin bulunmaması ve taşınmazın işyeri olması nedeniyle zorunlu deprem sigortası yapılması olanağının bulunmaması nedenleriyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. ...

...

..."


 
  • Deprem ile davaya konu taşınmaz üzerindeki etkilerine ilişkin olarak tanzim edilen bilirkişi raporunun somut ve itiraza elverişli bir şekilde düzenlenmesi gerektiği, aksi takdirde eksik inceleme ile düzenlenen rapora dayanarak verilen hükmün bozulacağına ilişkin karar,

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2021/17549 E., 2021/8333 K. sayılı kararı "İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi "...

...

... Dava, zorunlu deprem sigorta poliçesi nedeniyle tazminat istemine ilişkindir.

Davacı taraf, davacıya ait olup davalı nezdinde zorunlu deprem sigorta poliçesiyle sigortalı olan 11 nolu bağımsız bölümün deprem nedeniyle ağır hasar gördüğünü ileri sürerek tazminat isteminde bulunmuş; davalı ise, depremin doğrudan sebep olduğu zarar bedelinin eksperce belirlenmesi üzerine gerekli ödemeyi yaptığını savunmuştur. Uyuşmazlık Hakem Heyeti tarafından, 18.12.2020 tarihli bilirkişi heyeti raporu benimsenerek, depremin doğrudan etkisiyle oluşan zarardan davalının sorumlu olduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiş; davalının bu karara itirazı da İHH tarafından reddedilmiştir.

Davacıya ait konutun deprem nedeniyle ağır hasar gördüğü ve riskli yapı haline geldiğinin, AFAD ile Çevre Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından tespit edilip ilan edildiği; anılan bu karar gereği de Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı'nın 12.03.2020 tarihli tebligatı ile binanın tahliyesine karar verildiği, ağır hasarlı ve riskli yapının yıkımının gerçekleştirileceği hususlarının bildirildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Resmi kurumlar tarafından yapılan bu tespitler de dikkate alındığında, sigortalı konutun bulunduğu binanın yapımının gerçekleştirildiği 2000-2006 yılları arasındaki dönemden bu yana zaman içinde binada oluşan yapısal bozulma ve yapım eksiğinin mi yoksa depremin doğrudan etkisinin mi zarara neden olduğu, taraflar arasındaki temel uyuşmazlık noktasıdır. Açıklanan bu uyuşmazlığın çözümünün, özel ve teknik bilgiyi gerektirdiği her tür izahtan uzaktır. Teknik değerlendirme yapılırken de, depremin meydana geldiği yer (merkez üssü), depremin şiddeti, sigortalı konutun bulunduğu yer ile depremin merkez üssü arasındaki mesafe vs. gibi birçok verinin detaylı irdelenmesiyle sonuca ulaşılması gerekli olup, anılan bu değerlendirmeler, konusunda uzmanlığı bulunan jeoloji mühendisi bilirkişi tarafından yapılmalıdır.

Hakem Heyeti tarafından benimsenen 18.12.2020 tarihli raporu düzenleyen bilirkişi heyetinin 1 inşaat mühendisi ve 1 jeofizik mühendisinden oluştuğu görülmektedir. Anılan bilirkişi raporunda; "depremin meydana geldiği Marmara Denizi açıkları ile İstanbul merkezi arasındaki mesafenin 67,59 km olduğu, ana depremden sonra 150 artçı depremin daha meydana geldiği, belirlenen bu hususlara göre sigortalı yerin depremden dolayı etkilenmiş ve hasar görmüş olmasının mümkün olabileceği; resmi kurumlar tarafından binanın riskli yapı olarak tespiti ile dava konusu deprem arasında illiyet bulunduğu" şeklinde görüş bildirilmiştir.

Bilirkişi raporunda, deprem ile binanın riskli yapı olarak tespiti arasında illiyet bulunabileceği ihtimal olarak bildirilmiş ve kesin bir şekilde tespit yapılmamış olduğu; ayrıca, deprem merkez üssü ile İstanbul merkezi arasındaki mesafe gibi genel- soyut ifadelere yer verilip, davacıya ait sigortalı taşınmazın konumu ve etkilenme derecesi hakkında somut değerlendirmeler yapılmadığı; depremin şiddetini belirleyen yeryüzüne yakınlık (yerin ne kadar altında gerçekleştiği) vs. ile sigortalı konuta olan mesafeye göre etkilenme derecesi konularında hiçbir değerlendirme yapılmadığı; tespitlerin sadece dosya üzerinden yapılan incelemeye dayalı ve yüzeysel olduğu görülmektedir ki bu nedenlerle, esas alınan rapor yeterli bir rapor değildir. Eksik inceleme ile karar verilemez.

Açıklanan nedenlerle; dava konusu sigortalı konutun bulunduğu 8 katlı binada yer alan tüm konutlar için aynı gerekçelerle davacının tazminat talep ettiği ve her bir konuta ilişkin istemin farklı tahkim dosyasında incelendiği gözetilerek, dosyaların birbiri ile irtibatı da sağlanıp diğer dosyalarda alınmış raporların dosyaya kazandırılması ve binaya ait yapı ruhsatı- proje vs. belgelerin ilgili yerlerden temin edilmesinden sonra; konusunda uzman farklı 2 jeoloji mühendisi, 1 inşaat mühendisi ve 1 sigorta hukukçusundan oluşan bilirkişi heyetinden (bina yıkım işleminin gerçekleştirilmemiş olması halinde yerinde inceleme de yapılarak), yukarıdaki açıklamalar ışığında sigortalı konutun riskli ve ağır hasarlı olarak tespitine neden olan hasarlarının, davaya konu deprem olayının doğrudan etkisiyle mi yoksa binanın yapısal özellikleri (yapım eksiği) ile zaman içinde ortaya çıkan yapısal bozulmaları nedeniyle mi meydana geldiğinin tespiti, depremin doğrudan etkisiyle hasarın oluştuğunun (zararın ZDS teminatında olduğunun) saptanması halinde ise, ZDS Genel Şartları ve ZDS poliçesi gereği davacının talep edebileceği tazminat miktarının ne olduğu hususlarında ayrıntılı, gerekçeli ve denetime açık rapor alınıp, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

Kabule göre de; hasarın ZDS teminatı kapsamında olduğunun tespiti halinde, davacıya ait taşınmazın yapım yılının (1990 mı yoksa 2000 mi) netleştirilmesi ve davaya konu deprem tarihi olan 2019 yılına göre hasar bedelinin hesap edilmesi, poliçedeki % 2'lik muafiyet bedeli düşümünde poliçe hükümlerinin dikkate alınması gereğini gözetmeden, doğrudan sigorta bedeli üzerinden muafiyet ve ödeme düşümü ile sonuç tazminatı belirleyen raporun benimsenmesi de doğru değildir. ...

...

..."


 
  • DASK Zorunlu Deprem Sigortasından kaynaklanan alacak taleplerinde zamanaşımı süresi,

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2016/3780 E., 2019/5480 K. sayılı kararı "İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi "...

...

... Dava, zorunlu deprem sigorta poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

Zorunlu Deprem Sigortası Genel Şartları'nın zamanaşımını düzenleyen C.7. maddesinde "sigorta sözleşmesinden doğan bütün talepler, sözleşmenin sona ermesinden itibaren iki yılda zaman aşımına uğrar" düzenlemesi yapılmıştır. Davacının talebinin, mal sigortalarının bir türü olan zorunlu deprem sigorta poliçesine dayandığı; mal sigortaları bakımından, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 1268. maddesinde 2 yıllık zamanaşımı süresi benimsenmiş olmakla birlikte, sigortanın özel bir türü olan zorunlu deprem sigortası bakımından özel zamanaşımı süresi belirlendiğinden, ZDSGŞ'nın C.7. maddesindeki zamanaşımı hükümlerine göre değerlendirme yapılması gerektiği açıktır.

Açıklanan hukuki ve maddi vakıalar karşısında mahkemece; davacıya ait iki ayrı konut için, 01.11.2011 tanzim tarihli ve 01.11.2011- 01.11.2012 vadeli poliçelerin düzenlendiği; sigorta süresinin sonu olan 01.11.2012 tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımı süresi içinde (01.11.2014 tarihine kadar) davacının poliçelere dayalı tazminat talep hakkının bulunduğu; asıl ve birleşen davaların 19.06.2014 tarihinde (zamanaşımı süresi dolmadan) açıldığı gözetilmek suretiyle, işin esası incelenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve hatalı gerekçeyle, yazılı biçimde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir. ...

...

..."


 
  • Bina malikinin, deprem nedeniyle ortaya çıkan zarardan kusursuz sorumluluğuna ilişkin karar,

  • Richter ölçeğine göre 7,2 ve üzeri şiddetinde olan depremlerde hakkaniyet indirimi uygulanması gerektiğine ilişkin karar,

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2014/12359 E., 2014/16124 K. sayılı kararı "İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : VAN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ TARİHİ : 02/04/2014 NUMARASI : 2011/683-2014/124 "...

...

... Dava, davalı N.. B.. ve Ltd.Şti'nin bina maliki olması nedeniyle depremde meydana gelen zararın kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince tahsili talebine ilişkindir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalılar vekilinin sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Ancak, davacının iş gücü kaybı noktasında alınan tek imzalı, hüküm tesisine yetersiz Adli Tıp Uzmanı raporuna dayalı olarak tazminat takdir edilmiştir.

Bu durumda, davacının iş göremezlik zararının belirlenmesine ilişkin raporun 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Yasası'nın 16/II-c maddesi gereğince, meslekte kazanma gücü kaybı konusunda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle görevli Adli Tıp Kurumu 3.İhtisas Kurulu'ndan alınması gerekir.

Ayrıca, dava konusu zarar 23.10.2011 günü gerçekleşen deprem nedeniyle oluşmuştur. Bina; plan ve projesine, imar düzenlemelerine ve deprem yönetmeliğine uygun yapılmış olsa bile, gerçekleşen depremin Richter ölçeğine göre 7,2 şiddetinde olduğu gözönünde tutulduğunda binanın deprem nedeniyle hasara uğraması kaçınılmazdır. (06.03.2013 Tarih, 2012/786 Esas 2013/318 Karar Sayılı Hukuk Genel Kurulu ilamı)

BK'nun 43/1 (TBK 51/1) maddesine göre " Hakim, hal ve mevkiin icabına ve hatanın ağırlığına göre tazminatın suretini ve şumülünün derecesine tayin eyler."

Davacının, oluşan zararı, deprem nedeniyle ikamet ettiği binanın yıkılarak kendisinin enkaz altında kalması sonucu doğmuştur. Depremin mücbir sebep olarak kabul edilip, zararla illiyet bağını kestiği kabul edilemez ise de; ne zaman ve hangi büyüklükte olacağı öngörülemeyen ve sonucu gerçekleştiğinde büyük bir yıkıma sebebiyet veren, bölgede herkesi etkileyen en büyük doğal afet olduğu da kabul edilmek zorundadır. Ayrıca, bölgenin birinci derecede deprem kuşağında yer aldığı ve oluşan depremin şiddet büyüklüğü de gözden kaçırılmamalıdır. O halde, mahkemece, maddi ve manevi tazminat miktarından adalete uygun bir hakkaniyet indirimi yapılması da gereklidir. Bu hususta bir değerlendirme yapılmamış olması doğru görülmemiş, hükmün açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir. ...

...

..."


 
  • Askerlik görevini yapmakta olduğu yerde deprem nedeniyle vefat eden şahsın yakınlarının idari tam yargı davası ile yönelttikleri maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkin karar,

  • Deprem nedeniyle idarenin tazminat sorumluluğuna ilişkin karar,

Danıştay 6. Daire 2004/359 E., 2004/1691 K. sayılı kararı "...

...

... TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Altıncı ve Onbirinci Daireleri müşterek heyetince 2575 sayılı Danıştay Kanununun Ek-1 maddesi uyarınca birlikte yapılan toplantıda Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, askeri hizmete ilişkin bir yönü bulunmayan uyuşmazlığın görüm ve çözümünün idare yargı yerinin görevinde olduğuna, Üye ...'nun; davacıların yakınının 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle …Eğitim Merkez Komutanlığında askerlik hizmetini yaptığı sırada vefat ettiği, Anayasa'nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği, 20.7.1972 günlü, 1602 sayılı Yasa'nın 25.12.1981 günlü, 2568 sayılı Yasa ile değişik 20.maddesinde de aynı hükme yer verildiği, idari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması" eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşıdığı, askeri nitelikteki idari eylemi de askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak gerektiği, idari eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" için de eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerektiği, davacıların yakınının 1602 sayılı Yasa kapsamında asker kişi olduğu, 3194 sayılı Yasanın 26.maddesi uyarınca imarla ilgili hükümlerin Milli Savunma Bakanlığı İnşaat Emlak Dairesi Başkanlığınca yerine getirildiği, bu Başkanlığın askeri hizmetin daha iyi koşullarda yerine getirilmesi için yer seçimi dahil mühendislik ve kontrol görevlerini yerine getirmek üzere teşkilatlandığı ve bu hizmetin de askeri hizmet kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinden Askeri Yüksek İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararı üzerine ....İdare Mahkemesince görülen davanın temyiz incelemesi aşamasında 2247 sayılı Yasanın 20.maddesi uyarınca inceleme ertelenerek görevli yargı merciinin belirtilmesi için uyuşmazlık mahkemesine başvurulması gerektiği, karşı oyuyla ve oy çokluğuyla karar verilerek işin gereği görüşüldü:

Dava; Dz.Er ...'in askerlik görevinin ifası sırasında 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen Marmara depreminde göçük altında kalarak vefat ettiği, davalı idarece deprem bölgesinde bulunan binalar depreme karşı dayanıklı inşa edilseydi binanın yıkılmayacağı, bu yönden idarenin kusurlu olduğu, idare kusursuz olsa dahi, askerlik hizmetinin ifası amacıyla müteveffanın orada bulunmasının dahi idarenin sorumluluğu için yeterli bir neden olduğu iddialarıyla davacılardan baba ... için 3.000.000.000.-maddi, 2.500.000.000.-Tl. manevi, anne ... için 3.000.000.000.-lira maddi, 2.500.000.000.-lira manevi, kardeş ... için ise 350.000.000.-lira manevi olmak üzere toplam 11.350.000.000.-lira tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince davacılardan ... ve ...'in miras bırakanı Dz.Er ...'in desteğinden yoksunluk zararının miktarının tespiti için dosya üzerinden yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporla dosyanın incelenmesinden, deprem sırasında yıkılan binanın gerek yapımı aşamasında gerekse daha sonraki tadilat ve yapılan ilavelerde davacının herhangi bir katkısının veya eyleminin bulunmadığı, yapının sahibi, müteahhidi ve hatta kiracısı da olmadığından zeminin özellikleri, imar planı, yapının imara uygunluğu gibi hususları inceleme, araştırma gibi bir durumun söz konusu olmadığı, davacının yapmış olduğu askerlik görevi dolayısıyla o binada kalmak zorunda olduğu, bu nedenle uyuşmazlığın 2577 sayılı Yasanın 13.maddesi bağlamında idarenin eylem veya eylemsizliğinden, kaynaklanan tam yargı davası olarak değerlendirildiği, ülkemizin, jeolojik ve topoğrafik yapısı nedeniyle büyük can ve mal kayıplarına yol açan deprem felaketleriyle sık sık karşılaşan ülkelerin başında geldiği, afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması amacıyla alınması gereken tedbirleri araştırmak, bu konudaki temel hedef ve politikaları belirlemek, ülke içindeki bilimsel, teknik ve idari çalışmaları koordine etmek, ortak sonuçları tüzük, yönetmelik, talimat ve eğitim yoluyla uygulamaya aktarmak ve denetlemek, afet zararlarının azaltılması amacıyla ulusal ve uluslararası işbirliği, proje ve programları oluşturmak, elde edilen sonuçları uygulamaya aktarmak, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı veya ikamet için yasaklanmış afet bölgelerini tespit ve ilan etmek, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini ve projelendirme esaslarını tespit etmek, depremleri ve etkilerini incelemek, elde edilen sonuçlara göre deprem katalogları ve ülkenin deprem haritalarını hazırlamak ve geliştirmek ve depremlerden dolayı hasar görmüş yapıların takviye ve onarım yöntemleriyle ilgili çalışmalar yapmanın devletin yetki, görev ve sorumlulukları arasında olduğu, deprem olgusunun doğal bir olay olarak ortaya çıkmasının yanında, idarece gerçekleştirilecek uygulamalarla doğabilecek zararların önlenmesi hatta ortadan kaldırılmasının mümkün olduğu, depremin, yeri, zamanı, koşulları vs. bakımından yapılacak değerlendirmelerden sonra mücbir sebep olarak değerlendirilebileceği, öngörülemezlik ölçütünün uygulanabilmesi için yer ve zaman olarak öngörmenin mümkün olmadığı fakat önlenemezlik ölçütü bakımından tedbirli ve öngörülü bir idareden beklenen özeni göstermesi sonucunda öngörülemeyen doğal olayın yaratacağı zarardan kısmen veya tamemen kaçınma olanağının mümkün olduğu, bu zarardan kaçınmak için idarenin gerekeni yapmaması durumunda ise hizmet kusurundan sorumlu olacağı, davacıların çocuğu ve kardeşi olan ...'in askerlik görevini ifa ederken meydana gelen deprem sırasında vefat ettiği binanın 4 katlı 260 odalı ve 76 yıllık olduğu, binanın zaman içinde tadilata uğradığı ve ilaveler yapıldığı, depremden hemen sonra yıkılan bu binanın yıkılma nedeninin araştırılması için binadan numune alınmadığı, yapılan ilaveler ve tadilatlar nedeniyle depremden sonra yıkılan bina ile projeler arasında bağlantı kurulamadığı, aynı bölgede yıkılmayan davalı idareye ait tesisler bulunduğu, Mahkemece iki defa ara kararı ile davacıların murisinin vefat ettiği … Eğitim Merkezi Komutanlığı Er Yatakhanesine ait inşaat, iskan ruhsatları ve tasdikli projelerin gönderilmesi istenilmesine rağmen bu belgelerin idarece gönderilmediği, bunun da söz konusu belgelerin olmadığına karine teşkil ettiği, bu nedenle binanın gerçek yıkım nedeninin tespitinin yapılamadığı, bu itibarla Türkiye gibi birinci derecede deprem bölgesinde bulunan ve sık sık depremlerin olduğu ve gelecekte de olacağı bilinen bir ülkede, depreme dayanıklı, deprem koşullarına uygun bir bina olmadığı, deprem nedeniyle sadece bu hizmet kusurunun ağırlaştığı, dolayısıyla davalı idarenin meydana gelen zararı hizmet kusurunun bulunması nedeniyle tazmin etmesi gerektiği, davacılardan ... için bilirkişi raporunda destekten yoksun kalma nedeniyle uğradığı maddi zarar 3.554.715.811.-Tl., anne ... için ise 3.237.241.127.-TL. olarak tespit edilmiş ise de Mahkeme taleple bağlı olduğundan anne ve baba için ayrı ayrı 3.000.000.000.-Tl. olmak üzere toplam 6.000.000.000.-TL. maddi tazminatın davanın AYİM'de açılma tarihi olan 2.6.2000 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, davacıların olay tarihi ile dava açma tarihi arasındaki faiz isteminin reddine, zarar ve zararı doğuran olay nedeniyle duyulan elem ve üzüntünün karşılığı olarak manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ile anne ve baba için ayrı ayrı 1.000.000.000.-TL. , kardeş ... için 350.000.000.-TL. olmak üzere toplam 2.350.000.000.-Tl. manevi tazminatın davacılara ödenmesine, manevi tazminat ile ilgili olarak faiz isteminin ise reddine karar verilmiş, bu karar davalı idare tarafından, davanın süresinde açılmadığı, avukatlık ücretine KDV'nin dahil edildiği, olayda idarenin sorumluluğunun bulunmadığı ve davanın reddi gerektiği ileri sürülerek usul ve esas yönünden, davacı tarafından ise manevi tazminatın düşük tutulduğu ve bu tazminata faiz yürütülmediği iddiası ile esas yönünden usul ve hukuka aykırı olduğundan bahisle taraflarca temyiz edilmiştir.

Temyize konu kararın maddi tazminat isteminin kabulü ile AYİM'e dava açma tarihinden itibaren maddi tazminatın yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne yönelik bölümünde 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.maddesinin 1.fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmamaktadır.

Temyize konu kararın manevi tazminat ile ilgili faiz isteminin reddine ve vekalet ücretine yönelik hüküm fıkrasına ilişkin bölümüne gelince;

Manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracı olduğundan ancak bu eksilmenin başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirdiğinden, sonuç olarak konusu belirli bir miktar paraya ilişkin olarak saptanan ve manevi zararın telafisi için hükmedilecek manevi tazminata, idareye başvuru tarihinden itibaren faiz yürütülmesi 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine ilişkin Kanun gereği olduğundan, mahkeme kararının hükmedilen manevi tazminata yasal faiz uygulanması isteminin reddine ilişkin kısmında hukuki isabet görülmemiştir.

Kararın verildiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 21.maddesinde; " bu tarifede yer alan ücretlere 3065 sayılı Yasa hükümleri gereği katma Değer Vergisi ayrıca ilave edilir." denilmekte ise de, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Yasasının 20/4. maddesinde "belli bir tarifeye göre fiyatı tespit edilen işler ile biletle tahsil edilen hallerde tarife ve bilet bedeli, katma değer vergisi dahil edilerek tespit olunur ve vergi müşteriye ayrıca intikal ettirilmez." hükmü ile Anayasa'nın 73.maddesinde belirtilen "vergi resim harç ve benzeri yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır." şeklinde yasa maddelerinin bu düzenleniş biçimine karşın, "tarifede yer alan vekalet ücretlerine katma değer vergisi ayrıca ilave edilir." yolundaki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 21.maddesindeki düzenleme, normlar arasında aykırılık yaratmıştır. Bu gibi durumlarda ve Yargılama Hukuku bakımından öncelikle gözönünde tutulacak hüküm, Anayasa kuralıdır.

Yukarıda yazılı olan Anayasa kuralına dayanılarak çıkarılan 3065 sayılı Yasanın 20/4.maddesinde açıklandığı üzere, bu nitelikteki tarifelerde öngörülen miktarın içinde Katma Değer Vergisinin de bulunduğu, diğer bir ifade ile Katma Değer Vergisinin tarifede belirlenen miktar içinde yer aldığı belirtilmiştir. Bu itibarla, yasa hükmü gözetildiğinde, tarifedeki ücrete ayrıca Katma Değer Vergisi eklenmesi mümkün değildir.

Bu durumda, idare mahkemesince, yukarıda yer verilen yasal düzenleme gözetilmeden, tarifede belirlenen vekalet ücretine ayrıca Katma Değer Vergisi eklenmesi biçiminde hüküm kurulmasında, usul ve yasa hükümlerine uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle temyize konu ....İdare Mahkemesinin ... günlü, E:..., K:... sayılı kararının maddi tazminat isteminin kabulü ile AYİM'e dava açılma tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine ve manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne yönelik bölümünden ONANMASINA, kararın manevi tazminat miktarına faiz uygulanması isteminin reddine yönelik bölümü ile vekalet ücretine ayrıca Katma Değer Vergisi eklenmesine dair hüküm fıkrasının BOZULMASINA, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine 19.3.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi."


 
ankara gayrimenkul avukatı




bottom of page