Delil Hukuk Bürosu
Makale İçeriği
Dolandırıcılık Suçu ve Cezası
Dolandırıcılık suçu, suç failinin hileli davranışlarıyla mağdur veya bir başkasını zarara uğratması sonucunda, kendisine veya bir başkasına yarar sağlaması şeklinde ortaya çıkan suç tipidir.
Bu suç tipinin nitelikli hali de kanunda düzenlenmiştir. Bunun yanında şartların oluşmuş olması halinde suçun daha az cezayı gerektiren halleri ile birlikte cezasızlık ve cezada indirim halleri, teşebbüs ve etkin pişmanlık gibi hükümler de uygulama alanı bulabilecektir.
Dolandırıcılık Suçunun Şartları
Dolandırıcılık suçu, Türk Ceza Kanunumuzun 157. maddesinde düzenlenmiş olup şartları kanun maddesinde açıkça ortaya konulmuştur:
"Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir."
Kanunda açıkça ve kısaca, soyut ve genel ifadelerle düzenlenmiş olan bu şartları detaylandırmamız gerekecek olursa:
Hileli Davranış
Hile, nitelikli yalandır. Hileli söz ve davranışlar, bir kimsenin olguya dair algısını bozacak, çarpıtacak ve mağdurun aldatılmasına temel hazırlayacak söz ve davranışlardır. Dolandırıcılık suçunda tipikliğin meydana gelmiş olabilmesi için fail, hileli davranışlarla mağduru manipüle etmiş olmalıdır. Fail tarafından gerçekleştirilmiş olan hileli davranış, belirli bir ağırlığa sahip olmalı, yoğunluklu olmalı ve mağdura yönelik olarak ustaca sergilenmiş olmalıdır. Burada mağdur ile fail arasındaki güven ilişkisi dikkatle ele alınacak bir değişkendir; hileli davranışın kandırmaya elverişli olup olmadığı hususu her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirmeye tabii tutulur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından verilmiş olan ve 2002/6-306 E., 2002/441 K. sayılı ve 24.12.2002 tarihli karara göre, “...dolandırıcılık suçu, hile ve desiseler yaparak bir kişiyi hataya düşürüp onun veya başkasının zararına, kendisine veya bir başkasına haksız çıkar sağlamaktır. Bu suç iki konulu bir cürüm olup, malvarlığı yanında kişinin irade serbestisi veya rıza özgürlüğü de korunmaktadır. Çünkü dolandırıcılık suçunda malın teslimi mağdurun rızası ile gerçekleşmekte, fakat bu teslim hile ve desise kullanılarak sakatlanmış, özgür olmayan bir iradeye dayanmaktadır..." ifadeleri ile dolandırıcılık suçunda hile unsurunun fail ile mağdur arasındaki hukuki ilişkiyi ne şekilde bozulmaa uğrattığı açıkça gerekçelendirilmiştir.
Bu anlamda yalnızca yalan söylemiş olmak, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli kabul edilmemektedir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmamaktadır.
Hal böyleyken hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Burada hileye ilişkin bu saptamanın kanun koyucunun bilinçsizce içinde bulunduğu bir tavırdan değil, bilinçli bir şekilde, sosyal ve ekonomik yaşamın gereklerinin farkında olarak gerçekleştirilmiş bir seçimden bahsetmek gerekir.
Fail tarafından yapılmış olan "yalan" açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.
Aldatıcı Nitelik
Hileli olduğu iddia edilen davranış, herhangi bir insanı aldatabilecek nitelikte olmalıdır. Herhangi bir insandan kastedilen: hileli davranış dürüst, makul ve orta zekalı bir insanı aldatabilecek nitelikte olmalıdır. Bu anlamda basit bir yalanın dolandırıcılık suçunun unsuru olan hile olarak nitelendirilmesi, genel geçer etik ve ahlak anlayışına aykırı her türlü davranışın dolandırıcılık suçunu meydana getirmesine sebebiyet verebilirdi.
Haksız Kazanç
Dolandırıcılık suçunun medyana gelebilmesi için: failin hileli davranış sonucunda mağdur veya bir başkasının zarara uğramasıyla birlikte fail veya bir başkasının bu durumdan fayda sağlaması, kazanç elde etmesi gerekmektedir.
Nitelikli Dolandırıcılık Suçu/Dolandırıcılık Suçunun Nitelikli Hali
Türk Ceza Kanunumuzun 158. maddesine göre dolandırıcılık suçunun;
Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle,
Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle,
Kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle,
Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle,
Kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak,
Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle,
Basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
Tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında,
Serbest meslek sahibi kişiler tarafından, mesleklerinden dolayı kendilerine duyulan güvenin kötüye kullanılması suretiyle,
Banka veya diğer kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla,
Sigorta bedelini almak maksadıyla,
Kişinin, kendisini kamu görevlisi veya banka, sigorta ya da kredi kurumlarının çalışanı olarak tanıtması veya bu kurum ve kuruluşlarla ilişkili olduğunu söylemesi suretiyle, İşlenmesi halinde, üç yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
Dolandırıcılık suçunun nitelikli halinde, suçun kamu kurum ve kuruluşlarının zararına işlenmiş olması, bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle işlenmiş olması, banka veya diğer kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla işlenmiş olması halinde, sigorta bedelini almak maksadıyla işlenmiş olması halinde ve kişinin, kendisini kamu görevlisi veya banka, sigorta ya da kredi kurumlarının çalışanı olarak tanıtması veya bu kurum ve kuruluşlarla ilişkili olduğunu söylemesi suretiyle işlenmesi hâllerinde hapis cezasının alt sınırı dört yıldan, adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz.
Dolandırıcılık suçunu işleyen failin mağduru, kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğundan, onlar nezdinde hatırı sayıldığından bahisle ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, kendisine veya bir başkasına menfaat temin etmesi hali de suçun nitelikli halidir ve fail üç yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.
Dolandırıcılık ve nitelikli dolandırıcılık suçlarının, üç veya daha fazla kişi tarafından, birlikte işlenmesi hâlinde verilecek ceza yarı oranında; suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde verilecek ceza bir kat artırılır.
Dolandırıcılık Suçu ve Cezası Nedir?
Dolandırıcılık suçunun basit ve nitelikli hali yukarıda Türk Ceza Kanunumuzdan alıntı yapılmak suretiyle sayılmıştır; buna göre suçun basit hali, bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
Suçun nitelikli hali ise, failin tek bir kişi olması halinde üç yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.
Dolandırıcılık ve nitelikli dolandırıcılık suçları için öngörülmüş olan bu cezada faillerin sayısı da bir artırım nedenidir. Bu suçların üç veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılacak olup, bir suç örgütü faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde ise verilecek ceza bir kat artırılacaktır.
Dolandırıcılık Suçunun Daha Az Cezayı Gerektiren Hali
Türk Ceza Kanunumuzun 159. maddesine göre dolandırıcılık suçunun, bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi halinde, şikayet üzerine, altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
Görüldüğü üzere suçun daha az cezayı gerektirmekte olan bu halinde şikayet şartı aranmaktadır.
Dolandırıcılık Suçunda Şikayet
Dolandırıcılık suçunun Türk Ceza Kanunumuzun 157. ve 158. maddelerinde düzenlenmiş olan basit ve nitelikli halleri şikayete tabii değildir. Dolayısıyla bu hallerde şikayet olsun olmasın, savcılık tarafından resen soruşturma başlatılabilecektir.
Ancak suçun daha az cezayı gerektiren hali olan ve Türk Ceza Kanunumuzun 159. maddesinde düzenlenmiş olan halinde, şikayet şartı vardır, dolayısıyla şikayette bulunulmaması halinde soruşturulma başlatılmayacağı gibi, başlatılmış olan soruşturma ve kovuşturma da şikayetin geri alınması ile birlikte sona erecektir.
Dolandırıcılık Suçunda Etkin Pişmanlık
Etkin pişmanlık, suç failinin suçun işlenmesinden dolayı pişman olması ve suç fiili nedeniyle meydana gelmiş bulunan zararı gidermek suretiyle mağdur ve zarar görenlerin yaşadığı mağduriyeti ortadan kaldırmaya çalışması halinin, ceza hukukumuzun sistematiğinde bulduğu karşılıktır. Her suç tipi açısından uygulama alanı bulmayan etkin pişmanlık kurumu, dolandırıcılık suçunda da uygulanabilmektedir.
Dolandırıcılık suçunda mağdurun zararının giderilmesi, suça konu olan eşyanın mağdura aynen iadesi veya iade mümkün değilse bedeninin nakden ödenmesi şeklinde gerçekleşebilir. Bunun yanında dolandırıcılık suçuna ilişkin etkin pişmanlık hükümlerinden suça azmettiren ve yardım eden de yararlanabilecektir.
Buna göre fail tarafından kovuşturma aşaması öncesinde, süreç henüz soruşturma aşamasındayken mağdurun zararı giderilirse verilecek cezada 2/3 oranında indirim uygulanır.
Eğer soruşturma evresi tamamlanmış ve kovuşturma evresine geçilmişse, yani süreç mahkemeye intikal etmiş ise, mahkeme tarafından hüküm verilmeden önce mağdurun zararının giderilmesi halinde verilecek cezada 1/2 oranında indirim uygulanacaktır.
Etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması, diğer cezada indirim hükümlerinin uygulanmasına engel değildir. Tüm bu indirimler birlikte uygulanır. Yalnızca cezanın verilmesi aşamasında cezada gerçekleştirilecek olan tüm artırım ve indirim Türk Ceza Kanunumuzun 61. maddesinde yer alan sıralamaya uygun bir şekilde uygulanmasına dikkat edilmelidir, aksi takdirde Yargıtay tarafından bozma kararı verilebilmektedir.
Dolandırıcılık Suçunda Uzlaşma
Dolandırıcılık suçunun işlenmiş olması halinde, nitelikli dolandırıcılık harici haller uzlaşmaya tabii olacaktır. Buna göre taraflar kendi aralarında uzlaştırma usulüne uygun bir şekilde uzlaşabileceklerdir. Ancak nitelikli dolandırıcılık suçunda uzlaşma hükümlerinin uygulanması mümkün değildir.
Dolandırıcılık Suçunda Teşebbüs
Dolandırıcılık suçunda, tüm şartların sağlanmış olması kaydıyla teşebbüse ilişkin hükümlerin uygulanması mümkündür.
Suça teşebbüs, suç failinin bir suçu işlemeye elverişli hareketlerle girişimde bulunmuş olması halinde, failin kendi elinde olmayan sebeplerden dolayı suçu tamamlayamamasıdır. Suçun teşebbüs aşamasında kalması durumunda faile suç nedeniyle verilecek olan cezada belirli bir indirime gidilmektedir.
Teşebbüs hükümlerinin dolandırıcılık suçunda uygulanabilmesi için failin dolandırıcılık suçuna dair hazırlık hareketlerine başlamış olması, hileli davranış ile mağduru etki altına almış olması, ancak suçun icrai hareketlerinin tamamlanması aşamasında kendi elinde olmayan nedenlerle bir sorun çıkmış olması nedeniyle bu hareketlerin tamamlanamamış olması ve dolayısıyla suçun işlenememiş olması gerekmektedir.
Dolandırıcılık Suçunda Savunma
Yargıtay kararları ve doktrinde kabul görüldüğü üzere dolandırıcılık suçu açısından hile ve aldatıcı davranış gibi muğlak ifadeler her somut olay açısından ayrı ayrı değerlendirilmektedir. Çünkü dolandırıcılık suçunda, diğer birçok suçta olduğu gibi stabil, kazuistik bir kavramsal çerçeve mevcut değildir.Her somut olay ve her suç faili için ayrı ayrı savunma stratejisi hazırlanmalı ve uygulamaya konulmalıdır.
Bu nedenle dolandırıcılık ve diğer suçlara ilişkin olarak hakkınızdaki yargılamalarda herhangi bir hak kaybının önüne geçilebilmesi adına alanında uzman bir Ankara ceza avukatının profesyonel yardımından faydalanmanızı önermekteyiz.
Dolandırıcılık Suçuna İlişkin Yargıtay Kararları
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/665 E., 2020/506 K. "İçtihat Metni"
Kararı Veren Yargıtay Dairesi : 15. Ceza Dairesi Mahkemesi :Ağır Ceza Sayısı : 102-128 Nitelikli dolandırıcılık suçuna teşebbüsten açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanık ...'ın, TCK'nın 158/1-e-k, 35/2, 62, 52/2-4 ve 51. maddeleri uyarınca 7 ay 15 gün hapis ve 1.860 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, ertelemeye ve taksitlendirmeye ilişkin Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 29.12.2011 tarihli ve 169-409 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 15.02.2016 tarih ve 22661-1601 sayı ile...
(...)
(...)
(...) ...Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için dolandırıcılık suçunun unsurlarının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Dolandırıcılık suçu 5237 sayılı TCK'nın 157. maddesinde; "Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir." şeklinde düzenlenmiş, 158. maddesinde ise suçun nitelikli hâlleri sayılmıştır.
Mal varlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; 1) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması, 2) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması, 3) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması, Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da, nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.
Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer mal varlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece mal varlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlâl edildiği vurgulanmıştır.
5237 sayılı TCK'nın 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre, her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.
"Hile", Türk Dili Kurumu sözlüğünde; "Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika" (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s. 891.) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; "Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez." biçiminde tanımlanmıştır.
Öğretide de hile ile ilgili olarak; "Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir." (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453.), "Hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir." (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. Baskı, Cilt I, s. 456.) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.
Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler göz önünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkânlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.
Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: "Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir." (Veli Özer Özbek/Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2012, Seçkin Yayınevi, 4. Baskı, s. 650.), "Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır." (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 6. Baskı, s. 343.), "Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir." (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. Baskı, Cilt I, s. 462.).
Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı konusunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, bu konuda olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.
Uyuşmazlık konusunu ilgilendiren "sigorta bedelini almak maksadıyla dolandırıcılık" suçu da TCK'nın 158. maddesinin birinci fıkrasının (k) bendinde; "Sigorta bedelini almak maksadıyla, işlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur." şeklinde hüküm altına alınmıştır. Maddenin bu bölümüne ilişkin gerekçesinde; "Failin sigorta edilen veya sigorta bedelini alacak kimse olması şart değildir. Keza sigorta edilen riskin türü de önemli değildir." açıklamalarına yer verilmiştir.
Dolandırıcılık suçunun bu nitelikli hali, hukuk sistemimize ilk defa 5237 sayılı TCK ile dahil olmamış, 765 sayılı TCK'nın 504/2. maddesinde de dolandırıcılığın sigorta bedelini almak maksadıyla işlenmesi nitelikli hal olarak kabul edilmiştir.
Görüldüğü üzere gerek 765 sayılı TCK, gerekse 5237 sayılı TCK bakımından kanun koyucu, sigorta şirketlerinin gelişmesi ve haksız yere zarara uğramalarını önlemek için sigorta bedelini almak maksadıyla gerçekleştirilen birtakım hileli davranışları nitelikli dolandırıcılık olarak düzenlemiş ve daha ağır bir yaptırıma tâbi tutmuştur.
Kanun koyucu hangi tür sigorta olursa olsun, ayrım yapmadan sigorta bedelinin alınması amacıyla dolandırıcılık yapılmasını nitelikli hal olarak kabul etmiştir. Bu nitelikli hâlin uygulanması için, sigorta şirketine hakkı olmayan bedeli almak için bir başvuru yapılmış olması ve hakkı olmayan bir sigorta bedelinin kısmen veya tamamen alınmış olması gerekir. Aksi halde sigorta bedelini almak için şirkete başvuruncaya kadar yapılan hareketler icrai hareket olmayıp, hazırlık hareketi niteliğinde olduğundan sigorta bedelini almak maksadıyla dolandırıcılık suçu oluşmayacaktır.
Öte yandan, amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de, insan haklarına dayalı, demokratik rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada; "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" şeklinde, Latincede ise "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi açısından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlak surette sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ya da gerçekleştiriliş şekli hususunda herhangi bir şüphe belirmesi hâlinde uygulanabileceği gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate veya herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Sanık ...'ın katılan Tarım Sigortaları Havuz İşletmesi A.Ş'ye sigorta ettirdiği dört (4) adet büyükbaş hayvanından TR20275855 kulak küpe numaralı ineğin sigorta tarihinden sonra hastalanması üzerine sanığın veteriner çağırdığı ve muayene edilen ineğe ilaç tedavisi uygulandığı, ayrıca veterinerin sanıktan durumu katılan şirkete de haber vermesini istediği, katılan şirket veteriner hekiminin muayene edip resimlerini çektiği ineğin kesilmesi gerektiğini sanığa bildirdiği, sanığın da ineği kasaplık yapan tanık ...'e sattığı, sanıktan satın aldığı ineği mezbahada kestiren tanık...'un kesim esnasında içeriye alınmadığı için ineğin kesilmiş hâlinin fotoğraflarını çekmesi için cep telefonunu mezbaha görevlisine verdiği ve daha sonra bu fotoğrafları sanığa teslim ettiği, sanığın da çekilen fotoğraflar ve diğer belgeler ile birlikte sigorta bedelinin ödenmesi amacıyla katılan şirkete müracaatta bulunduğu, ancak katılan şirket veteriner hekiminin çektiği fotoğraflar ile sanığın teslim ettiği fotoğrafların aynı ineğe ait olmadığı gerekçesiyle sanığa ödeme yapılmadığı şeklinde gerçekleşen somut olayda;
Sanığın sigorta bedelinin ödenmesi için yapılacak işlemlere esas olmak üzere katılan şirkete teslim ettiği kesilen ineğe ait fotoğrafları bizzat kendisi çekmediği gibi tanık ...'in, sanığın kasaplık yapan tanık ...'e sattığı ve araca yükledikleri ineğin kesime sevkedilen inek ile aynı fiziki özelliklere sahip olduğunu ifade etmesi nedeniyle sanığın dolandırıcılık suçunu işleme kastı ile hareket ettiği hususunun şüphe boyutunda kaldığı, ayrıca sanığın teslim ettiği fotoğraflar ile ineği canlı iken muayene eden veterinerin çektiği fotoğraflar arasında 14.04.2011 tarihli bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere gözle görülür şekilde bariz farklılıklar olması, kesilen ineğe ait fotoğrafların kesime sevkedilen ineğe ait olmadığının ilk bakışta hemen ve kolaylıkla farkedilmesi, katılan şirket vekilinin 31.01.2011 havale tarihli şikâyet dilekçesinde "kesime sevk edilen hayvanın fiziki özelliklerinin, kesilen hayvanın fiziki özelliklerinden farklı olduğunun tespit edildiği" iddiasıyla sanık hakkında şikâyetçi olması ve bu nedenle katılan şirket tarafından sanığa ödeme yapılmamış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın basit bir yalandan ibaret olan eyleminin dolandırıcılık suçunun maddi konusunun hareket unsurunu oluşturan hileli davranış olarak nitelendirilemeyeceği anlaşıldığından, dolandırıcılık suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkeme direnme hükmünün sanığın atılı suçtan beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;
1- Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 04.04.2016 tarihli ve 102-128 sayılı direnme kararına konu sanık hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün suçun yasal unsurları itibarıyla oluşmadığının gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 08.12.2020 tarihinde yapılan müzakerede oy birliği ile karar verildi.
Dolandırıcılık suçunun resmi belgede sahtecilik ve rüşvet suçuyla birlikte işlenmesi
5. Ceza Dairesi 2020/1890 E., 2021/107 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Nitelikli dolandırıcılık, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği, rüşvet alma ve rüşvet verme
HÜKÜM : Sanıklardan ... hakkında nitelikli dolandırıcılık, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ve rüşvet verme, ... hakkında nitelikli dolandırıcılık ve rüşvet verme, ... hakkında nitelikli dolandırıcılık ve rüşvet alma, .... hakkında rüşvet alma,.... ve ... hakkında nitelikli dolandırıcılık ve kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği, ..., ... ve ... hakkında nitelikli dolandırıcılık suçlarından mahkumiyet, ... hakkında nitelikli dolandırıcılık isnadının icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu kabulüyle mahkumiyet, ... hakkında nitelikli dolandırıcılık ve kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçlarından beraat Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelendi; Sanıklar ..., ... ve ... hakkında tayin olunan cezaların miktarlarına göre sanıklar ... ve ... müdafin ve sanık ...'in duruşmalı inceleme istemlerinin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK'nın 318. maddesi uyarınca ayrı ayrı reddiyle, İNCELEMENİN DURUŞMASIZ YAPILMASINA karar verildikten sonra gereği düşünüldü: Sanık ... hakkında; beraat kararı verilen üreticilerden yapılan fındık alımları ile ilgili olarak nitelikli dolandırıcılık suçundan kamu davası açıldığı halde bu suçtan hüküm kurulmadığı anlaşılmakla, zamanaşımı süresi içinde bir karar verilmesi mümkün bulunmuştur.
1-Sanık ... hakkında dolandırıcılık ve sahtecilik suçlarından verilen beraat hükümlerine yönelik müdafin vekalet ücretine münhasır temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/5. maddesinde yer alan "Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına ... aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir" biçimindeki düzenleme nazara alınarak kendisini vekille temsil ettiren ve beraatine karar verilen sanık yararına vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Kanuna aykırı, sanık müdafin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK'nın 321. maddesi uyarınca hükümlerin BOZULMASINA, ancak bu hususun yeniden duruşma yapılmaksızın aynı Kanunun 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan hüküm fıkrasına "Kendisini vekil ile temsil ettiren ve beraatine karar verilen sanık için karar tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/5. maddesi uyarınca takdir edilen 2.400 TL maktu vekalet ücretinin Hazineden alınarak sanık ...'e verilmesine," ibaresinin eklenmesi suretiyle hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
2-Sanık ... hakkında icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçundan verilen mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Sanığın sübutu kabul edilen eylemine uyan ve 5237 sayılı TCK'nın 257/1. maddesinde düzenlenen icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçunun kanunda öngörülen cezasının üst sınırı itibarıyla aynı Kanunun 66/1-e maddesinde belirtilen 8 yıllık asli dava zamanaşımı süresine tabi olduğu, zamanaşımını en son kesen 20/11/2012 tarihli mahkumiyet hükmü ile inceleme günü arasında bu sürenin gerçekleştiği anlaşıldığından 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilmek suretiyle CMUK'nın 321. maddesi gereğince hükmün BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden sanık hakkında açılan kamu davasının aynı Yasanın 322 ve 5271 sayılı CMK'nın 223/8. maddeleri uyarınca zamanaşımı sebebiyle DÜŞMESİNE,
3-Sanıklardan ... hakkında nitelikli dolandırıcılık, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ve rüşvet verme, ... hakkında nitelikli dolandırıcılık ve rüşvet verme, ... hakkında nitelikli dolandırıcılık ve rüşvet alma, ... hakkında rüşvet alma, ... ve ... hakkında nitelikli dolandırıcılık ve kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği, ..., ... ve ... hakkında nitelikli dolandırıcılık suçlarından verilen mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde ise;
Sanık ... tarafından yasayla düzenlenen usul ve esaslara uyulmadan gizli kamera ile elde edilen ses ve görüntü kayıtlarının hukuka aykırı delil niteliği taşıdığı, Anayasanın 38. maddesindeki “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilemez”, CMK'nın 206/2-a bendindeki “Delil kanuna aykırı olarak elde edilmişse reddolunur” ve aynı Kanunun 217/2. maddesindeki “Yüklenen suç hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilir” hükümleri nazara alındığında; hukuka aykırı olarak elde edilmiş bu ses ve görüntü kayıtlarının soruşturma veya kovuşturma sırasında kullanılamayacağı, mahkumiyet hükmüne ispat aracı olamayacağı, diğer taraftan sanığın yetkili makamlara başvurma imkanı olduğu halde başvurmayarak bizzat elde ettiği kamera kayıtlarının ani gelişen ve bir daha elde edilme imkanı bulunmayan kanıt niteliğinde sayılamayacağı gözetilerek, hukuka aykırı nitelikteki bu deliller dışlanarak mevcut delillerin değerlendirilmesi ile sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdir edilmesi gerektiği, diğer yandan ceza yargılaması sonucunda mahkumiyet kararı verilebilmesi için suç oluşturan fiilin sanık tarafından işlendiğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak, herkesi inandıracak biçimde kanıtlanması ve masumiyet karinesinin gereği olarak şüphenin sanık lehine değerlendirilmesi gerektiği (Anayasa 38/4. md., İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi 6/2. md., İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 11. md., Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi 14/2. md.), hukuka aykırı delil niteliğindeki söz konusu kayıtlar dışlandığında, sanık ... tarafından ... adına teslim edilen fındık ile ilgili olarak menfaat sağlanmaya çalışıldığı şeklindeki soyut iddia dışında, cezalandırma için yeterli her türlü kuşkudan uzak, kesin, inandırıcı ve yeterli delil bulunmadığı, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince bu isnat yönünden sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerektiği, ayrıca ... ve ... adına teslim edilen fındıklar hakkındaki rüşvet isnadı yönünden ayrı ayrı rüşvet anlaşması yapılmadığı müddetçe başlangıçta kararlaştırılan menfaatlerin farklı zamanlarda sağlanmasının birden fazla rüşvet suçunu oluşturmayacağı gözetilmeden, sanıklar ..., ... ve ... hakkında rüşvet suçundan yazılı şekilde hükümler kurulması,
Sanık ...'ın 08/07/2009 tarihli teftiş beyanında "...'la bir şeyim yoktur. Aslında ... benden bir şey istemedi. ...i'nin benimle olan ilişkisini ve...'nin yaptığı şeyleri bildiği için bunlara göz yumması ve mevzu açıldığında konuyu kapatması için ...'a da menfaat temin ettiriyordu." şeklindeki beyanı karşısında, işin yapılmasından önce veya yapılması sırasında olması gereken rüşvet anlaşmasının sanık ... yönünden ne şekilde gerçekleştiği karar yerinde tartışılıp değerlendirilmeden yazılı şekilde uygulama yapılması,
Soruşturma evresinde, sanıklardan ...'nın müşteki, ...'ın ise tanık olarak alınan 04/07/2009 tarihli beyanları nazara alınarak, haklarında rüşvet suçundan kurulan mahkumiyet hükümleri yönünden TCK'nın 254/2. maddesindeki etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının karar yerinde tartışılmaması,
Zarar suçu niteliğinde olması nedeniyle dolandırıcılık suçunun tamamlandığından bahsedebilmek için sanıkların hileli hareketleri neticesinde katılan kurumun zararına olarak kendilerine veya bir başkasına haksız bir yarar sağlamalarının gerektiği, dosya arasında mevcut TMO başmüfettişi tarafından düzenlenen 11/09/2009 tarihli adli soruşturma raporu ile kovuşturma evresinde alınan bilirkişi heyet raporunda sanıkların eylemleri neticesinde TMO'nun 104.005,13 TL zarara uğradığı yönünde görüş bildirildiği halde bir başka TMO başmüfettişi tarafından düzenlenen 06/01/2010 tarihli adli soruşturma raporu ve 15/01/2010 tarihli idari soruşturma raporunda ilk teftiş raporunda yer alan tespitlerin hatalı olduğu, henüz tasfiye edilmemiş bir deponun belirli bir tarih dikkate alınarak depo ortalama maliyeti ile satış fiyatı arasındaki farkın kurum zararı olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı yönünde görüş bildirildiği, kovuşturma evresinde alınan 28/02/2011 tarihli bilirkişi heyet raporunda da aynı yönde görüş bildirildiği, bu itibarla anılan hususta raporlar arasında çelişki bulunduğu, ayrıca dosya arasında mevcut evrakların içeriğinden kamu görevlisi olan sanıkların katılmadıkları bir kısım alımlardan sorumlu tutulmaları, katıldıkları bir kısım alımlardan ise sorumlu tutulmamaları neticesinde adli para cezalarının belirlenmesine esas alınan zarar miktarlarının hatalı olarak belirlendiği anlaşılmakla; ilgili kuruluştan suça konu ürünlerin stoklandığı depolara ait tasfiye sürecine ilişkin evrakların temini sonrasında, dosyanın tüm ekleri ile birlikte öncekilerden farklı yeni bir bilirkişi heyetine tevdi ile sanıkların eylemleri neticesinde katılan kurumun zarara uğrayıp uğramadığı, zarara uğramış ise her bir sanığın sorumlu olduğu miktarı ve ne şekilde sorumlu olduğunu belirleyen, önceki raporlar arasındaki çelişkileri gideren ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınması sonrasında sanıkların hukuki durumlarının ayrı ayrı tayin ve takdiri gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde dolandırıcılık suçundan mahkumiyet hükümleri kurulması,
Aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığının belirlenmesinin hakime ait olduğu nazara alınarak, suça konu belge asıllarının denetime olanak verecek şekilde dosya arasına getirtilmesi, duruşmada incelenip özelliklerinin duruşma tutanağına yazılması ile iğfal kabiliyetinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi, gerekirse bu hususta bilirkişi raporu alınması, sanıkların nitelikli dolandırıcılık olarak kabul edilen eylemleri nedeniyle kamu zararı meydana gelmediğinin belirlenmesi halinde resmi belgede sahtecilik olarak değerlendirilen eylemlerin faydasız sahtecilik niteliğinde olup olmadığının karar yerinde tartışılıp değerlendirilmesi, adına imza atılan kişilerin rızasıyla imza atılması durumunda sahtecilik kastıyla hareket edilmediğinin kabulü suretiyle sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle hangi sanığın hangi belgeyi sahte olarak düzenlediği karar yerinde tartışılıp değerlendirilmeden yazılı şekilde sanıklar ..., ... ve ... hakkında sahtecilik suçundan mahkumiyet kararları verilmesi,
CMK'nın 225/1. maddesinde yer alan "Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir" şeklindeki düzenleme karşısında, hükmün konusunun iddianamede gösterilen eylemden ibaret olması gerektiği, açıklanan ve suç oluşturduğu ileri sürülen fiilin dışına çıkılması, davaya konu edilmeyen bir eylemden dolayı yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulmasının yasaya aykırı olduğu, dava konusu yapılan eylemin açıkça ve bağımsız olarak gösterilmesi gerektiği, iddianame içeriğinde sanık ... hakkında ... adına alınan fındıklar ile ilgili olaya dair herhangi bir isnatta bulunulmadığı halde iddianın dışına çıkılarak sanığın bu olaydan da sorumlu tutulması suretiyle yazılı şekilde hüküm kurularak CMK'nın 225/1. maddesine aykırı davranılması,
Kabule göre de;
Ceza Genel Kurulunun 07/07/2019 tarihli ve 2016/23-62 Esas, 2019/386 sayılı Kararında açıklandığı üzere, 5237 sayılı TCK'nın 158. maddesinin 1. fıkrasının (f) bendi uyarınca hükmolunan adli para cezasının aynı Kanunun 52 ve 61/8. madde hükümleri de gözetilerek suçtan elde edilen menfaat miktarının iki katından az olamayacak bir miktara denk gelecek şekilde temel adli para cezasının gün olarak belirlenip, artırma ve eksiltmeler gün üzerinden yapıldıktan sonra, tespit edilen gün birim sayısının temel ceza belirlenirken düşünülen günlüğü 20 ilâ 100 TL arasında takdir olunacak bir miktar ile çarpılması suretiyle sonuç adli para cezasına hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Hükümlerden sonra 28/06/2014 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Yasanın 81. maddesi ile değişik 5275 sayılı Kanunun 106/3. maddesi hükmüne aykırı olarak infaz yetkisini kısıtlayacak şekilde ödenmeyen adli para cezalarının hapse çevrileceğine hükmolunması,
Anayasa Mahkemesinin 24/11/2015 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 2014/140 Esas, 2015/85 sayılı TCK'nın 53. maddesinde yer alan bazı ibarelerin iptaline ilişkin Kararının değerlendirilmesi lüzumu,
Yüklenen nitelikli dolandırıcılık, rüşvet alma ve kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçlarını TCK'nın 53/1-a maddesindeki hak ve yetkileri kötüye kullanmak suretiyle işlediği kabul edilen kamu görevlisi olan sanıklar ..., ..., ..., ..., ..., ... ve ... hakkında aynı Yasanın 53/5. maddesi uyarınca hak yoksunluğuna karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,
Kanuna aykırı, sanıklar ..., ... ve ...'in, sanıklar ..., ..., ..., ..., ..., ... ve ... müdafilerin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK'nın 321 ve 326/son maddeleri uyarınca BOZULMASINA 14/01/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.