Delil Hukuk Bürosu
Makale İçeriği:
İnançlı İşlem(İnanç Sözleşmesi) Nedir?
İnançlı işlem, inanan(itimat eden) ve inanılan(mutemet) arasında gerçekleştirilen ve inananın kendi mal varlığı kapsamındaki bir şeyi veya hakkı inanılanın yönetmesi amacıyla ya da teminat oluşturmak amacıyla inanılana devrettiği, inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanması ve inanç sözleşmesindeki amacın gerçekleşmesi akabinde belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren sözleşmelerdir. Bu sözleşmelerde inanan, sahibi olduğu bir mal veya hakkı inanılana kazandırıcı bir işlem ile devreder; ancak inanılan da inançlı işlem sözleşmesinin gereği olarak borçlandırıcı bir sözleşme ile bazı yükümlülükler altına girmiş olur.
Örneğin inanılanın çekeceği krediye teminat oluşturmak amacıyla inanana ait olan bir taşınmazın tapusunun inanılana devredilmesi ve inanılanın bu sayede çektiği kredi ödemelerini tamamlaması akabinde inançlı işlem konusu malı inanana iade etmesine ilişkin sözleşme, bir çeşit inançlı işlemdir.
İnançlı işlemlere dair sözleşmelere aykırılık durumunda, somut olayın gereklerine göre tazminat davası ile tapu iptali ve tescil davası gibi davaların açılması gündeme gelebilir. Bu makalemizin devamında, spesifik olarak inançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davalarına ilişkin olarak siz değerli okuyucularımızı bilgilendirmeye çalışacağız.
İnançlı İşlem(Devir, Temlik) Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davası
İnançlı işlemin taraflarından inanan, inanılanın inanç sözleşmesine uygun olarak iade gerçekleştirmemesi durumunda inanç konusunun kendisine geri verilmesini talep edebilir. İnanılanın bu talebi yerine getirmemesi durumunda ise dava yoluna başvurabilir.
İnançlı işlem nedeniyle hak kaybına uğrayan inanan, hak kaybının giderilmesi adına tapu iptali ve tescil davası açabilir. İnanç sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ve ardından gelen yıllar içerisinde Yargıtay tarafından verilen emsal kararlar esas alınmaktadır. Bu nedenle bu tip uzmanlık gerektiren davaların, alanında bilgi ve deneyim sahibi olan bir gayrimenkul avukatı aracılığıyla yürütülmesi tavsiye edilmektedir. Yargıtay tarafından verilen ve inançlı işlemlere dair uyuşmazlıklara emsal teşkil eden kararlar, bu tip hak taleplerinin hukuka uygun bir şekilde ileri sürülebilmesi ve hukuki uyuşmazlıkların çözüme kavuşturulabilmesi açısından büyük önem arz etmektedir.
Bu makalemizde spesifik olarak inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davalarına dair bilgilendirmelerde bulunmaktayız. Ancak genel olarak tapu iptali ve tescil davası konusuna ilişkin bilgi edinmek istiyorsanız, bu konuya dair hazırlamış olduğumuz makalemizi okuyabilirsiniz: Tapu İptali ve Tescil Davası
a) Taraflar
İnançlı işlem nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davasının tarafları, inanan ve inanılandır. İnanılan, inanç sözleşmesinin gereklerini yerine getirmez ve yükümlülüklerini ihlal ederse, inanılana yönelik olarak tapu iptali ve tescil davası açılabilir.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nin 2021/1136 E., 2021/646 K. sayılı kararında:
"İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir."
İnanılan tarafından dava konusu taşınmazın 3. kişilere devredilmiş olması durumunda bu kişilerin de davalı olması mümkündür. Ancak iyiniyetli üçüncü kişiler, Türk Medeni Kanunumuzun 1023. maddesinin korumasından faydalanabilecektir.
Türk Medeni Kanunumuzun 1023. Maddesine Göre: "Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur."
Bu nedenle somut olayın gerekleri dikkate alınmalı ve mümkünse: Tapu iptali ve tescil talebinin bu veya başkaca bir sebeple kabul görmemesi ihtimali de gözden geçirilerek, inanılana yönelik olarak açılan davada terditli olarak tazminat talebi de ileri sürülmelidir.
b) İspat ve Deliller
İnançlı işlem nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davasında inanç sözleşmesinin varlığı, yazılı delil ile ispatlanmak durumundadır. Bu yazılı delil, tarafların imzasını taşıyan ve inanç sözleşmesini açıkça ortaya koyan bir belge olmalıdır. Ayrıca 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzun 202. maddesine uygun nitelikte bir delil başlangıcı mevcutsa, inanç sözleşmesinin tanık dahil her türlü delil ile ispatı mümkün olabilmektedir.
İnanç sözleşmesine ilişkin delil başlangıcı, inanç sözleşmesinin mevcut olduğuna delalet edecek nitelikte olmalıdır. Örneğin: inanılan tarafından el ile yazılmış ancak altına imza atılmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayar ile yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi belgeler olabilir.
Tüm bunlara ek olarak, yazılı delil veya delil başlangıcı mevcut olmasa dahi inanç sözleşmesinin ikrar, yemin gibi kesin deliller ile ispatı mümkündür.
İnanç sözleşmesine ilişkin uyuşmazlıkların çözümünde, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nın dikkate alınacağını belirtmiştir. Bu karara göre inanç sözleşmesinin varlığı, ancak yazılı delil ile kanıtlanabilmektedir. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi'nin çeşitli kararlarında, bu ispat kuralına ilişkin olarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzun 189. ve 192. maddelerine atıf yapılarak belirli bir hususun ispatına ilişkin delillerin yalnızca kanun ile belirlenebileceği, kanunda bir sınırlama yapılmamışsa ispat olgusunun içtihadı birleştirme kararı dahi olsa Yargıtay kararı ile sınırlandırılamayacağı gerekçesini içeren karşı oy yazıları yer almaktadır. Konuyu yakından ilgilendiriyor olduğundan dolayı, makalemizin sonunda söz konusu karşı oy yazılarını içeren emsal kararlara da yer vereceğiz. Ancak şu an itibariyle bu karşı oy yazıları, Yargıtay'ın yerleşik içtihatları ile tezat oluşturmaktadır. Dolayısıyla mevcut içtihatlar dahilinde, inançlı işlemlerin ve inanç sözleşmesinin ispatında yazılı delil şartının mevcut olduğu hususu gözden kaçırılmamalıdır.
c) Dava Açma Süresi, Zamanaşımı veya Hak Düşürücü Süreler
İnanç sözleşmesinden doğan davalara istinaden kanunda düzenlenmiş özel bir zamanaşımı süresi söz konusu değildir. Bu nedenle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 146. maddesi gereğince on yıllık alacak zamanaşımı uygulama alanı bulabilmektedir. Ancak inançlı işlem nedenine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davalarında zamanaşımı süresinin ne zaman başlayacağı hususunun da belirgin hale getirilmesi gerekmektedir. Uygulamada, somut olayda aksini gerektiren bir durum mevcut olmadıkça kural olarak dava açılış tarihinin zamanaşımı başlangıç tarihi olarak kabul edildiği görülmektedir.
Bakınız, inançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davalarında zamanaşımına ilişkin olarak Yargıtay 14. Hukuk Dairesi tarafından 2014/2616 E. ve 2014/6369 K. sayısı ile verilen kararda:
"6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146. maddesi gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi onyıl olarak kabul edilmektedir. Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince;
Davacı Almanya'dan davalı kardeşine para ve vekaletname göndererek kendisine taşınmaz almasını istediğini, davalı kardeşinin ise vekaletnameyi kullanmayarak gönderdiği para ile 963 parsel sayılı taşınmazı satın alarak kendi adına tescil ettirdiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil istemiştir. HMK'nın 33. maddesi gereğince bir davada olayları anlatmak taraflara hukuki nitelendirmeyi yapmak ise hakime ait bir görevdir. Açıklanan bu hali ile davanın hukuki niteliği inançlı işleme dayalı tapu iptali ve tescildir. Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Burada önemli olan zamanaşımı süresinin ne zaman başlayacağının tespitidir. Türk Borçlar Kanununun 149. maddesi gereğince de zamanaşımı alacağın istenebilir hale geldiği, başka bir deyişle iddiada bulunanın ferağ umudunu yitirdiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Davacı, ferağ umudunu davanın açıldığı tarihte yitirmiş sayılacağından bu davalar için öngörülen on yıllık zamanaşımı süresi henüz dolmamıştır." ifadeleriyle, davacının ferağ umudunu yitirmiş olduğu tarihin daha önceki bir tarih olduğunun ispat edilememesi durumunda davanın açılış tarihinin, on yıllık zamanaşımı süresinin başlangıç tarihi olarak kabul edileceği ifade edilmiştir.
d) Zorunlu veya İhtiyari Arabuluculuk
İnançlı temlik nedenine dayalı olarak açılacak olan tapu iptali ve tescil davalarında kural olarak dava şartı arabuluculuk söz konusu değildir. Bu nedenle tarafların dava açılışı öncesinde arabulucuya başvuruda bulunmaları gibi bir zorunluluk yoktur.
Ancak taraflar, aralarındaki uyuşmazlığı çözüme kavuşturabilmek adına ihtiyari arabuluculuk sürecini işletebilir ve arabulucu vasıtasıyla hukuki uyuşmazlığı ortadan kaldırabilirler, bunun önünde hukuki bir engel bulunmamaktadır.
Davanın Üçüncü Kişilere Yöneltilmesi ve İyiniyet
İnançlı işlemlerde inanılan, inanç sözleşmesine konu taşınmazı 3. kişilere satış sözleşmesi yoluyla devretmiş olabilir. Bu durumda üçüncü kişinin iyiniyetli olması durumunda kural olarak Türk Medeni Kanunumuzun 1023. maddesi gereği, iyiniyetli üçüncü kişinin bu kazanımı korunmalıdır.
Türk Medeni Kanunumuzun 1023. Maddesine Göre: "Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur."
Bu kural, kaynağını devletin tapu sicilini tutmaktaki sorumluluğu ile tapu sicilinin aleni olması ve tapuya güven ilkesinden almaktadır. Madde hükmü ile tapu siciline güven ilkesi ve toplumsal huzur ve güven, gerçek hak sahibinin menfaatlerine üstün tutulmuştur. Ancak yukarıda alıntılamış olduğumuz 1023. maddeyi izleyen 1024. maddede, bu kuralın istisnalarına yer verilmiştir.
Türk Medeni Kanunumuzun 1024. Maddesine Göre: "Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz. Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur. Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir."
Bu şekilde, inanılan tarafından üçüncü kişilere devir sağlanmışsa, üçüncü kişilerin iyiniyetli olup olmadıklarının tespiti önem arz edecektir. Eğer inanan tarafından muvazaa iddiasında bulunuluyorsa, muvazaanın her türlü hukuka uygun delil ile ispat edilebileceği gözden kaçırılmamalıdır.
Örnek olarak, bakınız Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından 2018/5340 E., 2020/5372 K. numarası ile verilmiş olan kararda, üçüncü kişinin iyiniyet iddiasında bulunması durumunda yürütülmesi gereken yargılama sürecine ilişkin bilgiler yer almaktadır:
"...bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür. Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır."
İnançlı İşlem Nedeniyle Tapu İptali ve Tescil Davasına İlişkin Yargıtay Kararları
İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davasında ispat ve delillere ilişkin karar,
İnanç sözleşmesine ilişkin delil başlangıcının varlığı durumunda tanık da dahil her türlü hukuka uygun delil ile ispatın sağlanabileceğine ilişkin karar,
İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davalarında zamanaşımına ilişkin karar,
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2013/12550 E., 2014/420 K. sayılı kararı
"...
...
... İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir. Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m. 225 vd.) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir. Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince; Davacı, davalı B. Ç. dünürü olduğunu, kızı Sevilay ile damadı Mehmet’in nişanlı olduğu dönemde dava konusu 104 ada 24 ( imar uygulaması ile 104 ada 61, 62, 63 ve 64 ) parsel sayılı taşınmazın yarı yarıya satın alındığını hisseli olarak tescil edilmesinin mümkün olmaması nedeniyle davalıların murisi H. Ç. adına tescil edildiğini, buna ilişkin 31.08.1998 tarihli belgenin düzenlendiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil, bu istem kabul edilmediği takdirde taşınmazın rayiç değerinin davalılardan tahsilini istemiştir. Bu durumda, mahkemece davacının inanç sözleşmesine dayandığının kabulü ile tapu iptali ve tescil isteğinin yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken davacının talebi hatalı şekilde nitelendirilerek harici satış sözleşmesinin geçerli olmadığından bahisle tapu iptali ve tescil isteminin reddine karar verilmesi doğru değildir. Öte yandan, inanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir. Borçlar Kanununun 128. maddesi gereğince de zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihte başlar. Bu gibi davalarda zamanaşımının başlama tarihi, inanç sözleşmesine dayanan kişinin ferağ verileceği umudunu yitirdiği tarih olarak kabul edilmektedir. Davacı ferağ umudunu kaybettiğini dava açmak suretiyle gösterdiğinden açılan dava zamanaşımı süresi içindedir. Mahkemece, açıklanan bu hususlar gözardı edilerek yazılı gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir. ...
...
..."
İnançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davasının üçüncü kişilere yöneltilmesine ilişkin karar,
İyiniyetli üçüncü kişinin iyiniyetinin korunmasına ilişkin karar,
Üçüncü kişiye devir durumunda üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmadığı hususunun tespit edilmesi gerekeceğine ilişkin karar,
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2018/5340 E., 2020/5372 K. sayılı kararı
"...
...
... Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Davacı, kayden maliki bulunduğu 934 ada 48 parsel sayılı taşınmazdaki 9 numaralı bağımsız bölümün bankaya olan borcundan dolayı satılmasını engellemek amacıyla davalı ... ile vardıkları anlaşma doğrultusunda aralarında bila tarihli sözleşme düzenlediklerini, anılan sözleşme ile davalı ...’nin kredi alıp taşınmaz üzerindeki haczi kaldıracağının ve sonrasında dava konusu taşınmazı iade edeceğinin kararlaştırıldığını, ne var ki, anlaşma hükümlerine aykırı şekilde davalı ...’nin çekişmeli bağımsız bölümü davalı ...’a satış suretiyle temlik ettiğini, davalı ...’ın da söz konusu taşınmazı diğer davalı ...’ye satış yoluyla devrettiğini ileri sürerek, tapu iptali ve tescile karar verilmesini istemiştir.Davalılar, davaya cevap vermemişler ve duruşmalara da katılmamışlardır. Mahkemece, davanın reddine ilişkin olarak verilen kararın Dairece; “...Davacı, davalı ... ile aralarındaki sözleşmeye bağlı olarak inançlı işlem hukuki nedenine dayandığına ve sözleşmeye davalı tarafından itiraz edilmediğine göre davacının iddiasını tanıkla ispatlaması mümkündür...Hâl böyle olunca, davacı tanığı ... 'ın yöntemince duruşmaya çağrılarak davacının iddiaları hakkında beyanının alınması, davacının inançlı işlemin belgesi olarak bildirildiği sözleşme aslının ... Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/2044 sayılı soruşturma dosyasından getirilmesi, böylece tüm delillerin değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu şekilde karar verilmesi isabetsizdir...”gerekçesiyle bozulması üzerine mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda davalılar ... ve ... yönünden davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş, davalı ... bakımından ise; iddianın kanıtlandığı gerekçesiyle dava kabul edilmiştir.Bilindiği üzere, hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 08.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olaya gelince, davacı ile ilk el olan davalı ... arasında düzenlenen tarihsiz belgeden, davacının davalı ...’ye yaptığı taşınmaz temlikinin gerçek satış olmadığı ve geri alma koşulu ile gerçekleştirildiği hususunda kuşku yoktur. Bir başka deyişle, davacının ibraz ettiği sözleşme, inançlı işlemin yazılı kanıtı niteliğindedir. Ancak; davalı ...’nin bağımsız bölümü devrettiği davalı ... ikinci el konumunda ve davalı ... de taşınmazı iktisap eden üçüncü el durumundadır. Bu itibarla, kayıt maliki ... yönünden tapu iptali-tescile karar verilebilmesi, davalı ...’nin taşınmazı ediniminde iyiniyetli olmadığının belirlenmesi koşuluna bağlıdır. Zira, kayıt maliki ... ’nin iyiniyetli olması halinde TMK'nin 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanacağı tartışmasızdır.Tüm bu açıklamalar dosya içeriğindeki deliller ve özellikle tanık beyanları ile birlikte değerlendirildiğinde; üçüncü el durumundaki davalı ...’nin kötüniyetli olduğunun ispatlandığını söyleyebilme olanağı yoktur. Hal böyle olunca, davalı ... yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. Davalı ...’nin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
...
...
..."
İnançlı işlem nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davalarında mülkiyet hakkına dayanılan inançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davaları ile şahsi hakka dayanılan inançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davaları arasında, delil ve ispat kuralları yönünden ayrım yapılması gerektiğine ilişkin karşı oy yazısı,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzun 189. ve 192. maddeleri gereğince, kanunda düzenlenmemiş olan bir ispat kuralının içtihadı birleştirme kararı ile dahi getirilemeyeceği gerekçesi ile şahsi hakka dayanan inançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil davalarında ispatın her türlü hukuka uygun delil ile gerçekleştirilebilmesi gerektiğine yönelik karşı oy yazısı,
DİKKAT: EMSAL KARAR DEĞİL, KARŞI OY YAZISIDIR. YALNIZCA KONUYA DAİR FARKLI BİR PERSPEKTİF KAZANDIRMAK AMACIYLA PAYLAŞMAKTAYIZ, OLASI BİR UYUŞMAZLIK DURUMUNDA YARGITAY'IN YERLEŞİK İÇTİHATLARI'NIN DİKKATE ALINMASI TAVSİYE EDİLİR.
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2016/14171 E., 2019/6322 K. sayılı kararında yer alan karşı oy yazısı
"...
...
... KARŞI OY ... Bilindiği gibi, 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun; 1) "İspat hakkı" kenar başlıklı 189. maddesinin üçüncü fıkrasında, "(3) Kanunun belirli delillerle ispatını emrettiği hususlar, başka delillerle ispat olunamaz.", 2) "Kanunda düzenlenmemiş deliller" kenar başlıklı 192. maddesinde, "(1) Kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğunu öngörmediği hâllerde, Kanunda düzenlenmemiş olan diğer delillere de başvurulabilir.", 3) "Senetle ispat zorunluluğu" kenar başlıklı 200. maddesinde,
"(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz. (2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir.", 4) "Senede karşı tanıkla ispat yasağı" kenar başlıklı 201. maddesinde, "(1) Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.", 5) "Delil başlangıcı" kenar başlıklı 202. maddesinde,
"(1) Senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir. (2) Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir.", 6) "Senetle ispat zorunluluğunun istisnaları" kenar başlıklı 203. maddesinin birinci fıkrasının "a" bendinde "(1) Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir: a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.",
Hükümlerine yer verilmiştir. Kanunlarımızda, gerek inançlı işlemi gerekse inanç sözleşmesini doğrudan düzenleyen bir hüküm bulunmamaktadır. İnanç sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde dayanak yapılan 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, inançlı işlemin ispatı için yazılı delil aranmış olup, inançlı işlemin geçerliliği için şekil şartı aranmamıştır. 6100 sayılı Kanunun 189. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, bir hususun belirli delillerle ispatını ancak kanun emredebilir. İnançlı işlemi doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. İspatı hakkında ise yine kanunlarımızda belirli delillerle ispatını emreden bir hüküm de yer almış değildir. Bu hüküm uyarınca, içtihadı birleştirme kararı ile dahi bir hususun belirli bir delille ispatı şart koşulamaz, yargılama ispat konusundaki kanun hükümlerine göre yapılmalıdır. Öte yandan, uyuşmazlığın çözümünde dayanak yapılan İçtihadı Birleştirme Kararı, konusuyla sınırlı, gerekçesiyle açıklayıcı ve sonuçlarıyla görülmekte olan benzer davalar için bağlayıcıdır. “Mülkiyet hakkına” dayanılarak, inançlı işlem iddiasıyla açılan tapu iptal davası ile “şahsi hakka” dayanılarak, inançlı işlem iddiasıyla açılan tapu iptali davası arasında farklılık bulunmaktadır. Şöyle ki, mülkiyet hakkına dayalı tapu iptal davasında, davaya konu taşınmazın mülkiyetinin önceden davacıda bulunduğu, teminat amacıyla veya başka bir sebeple davalıya devredildiği ve yapılan inanç sözlemesi gereğince taşınmazın mülkiyetinin davacıya iadesi gerekirken, davalı tarafın bu inanç sözleşmesine aykırı davranması nedeniyle iadeye yanaşmadığından tapunun iptali ile davacı adına tescili talep edilmektedir. Mülkiyet hakkına dayanılan davada, davacı taraf mülkiyetinde bulunan taşınmazı resmi akit ile davalıya devrettiğinden senede karşı tanıkla ispat yasağını düzenleyen HMK'nın 201. madde hükmü gereğince, taraflar baba-oğul olsa bile inançlı işlemin tanıkla ispatı mümkün olamaz. 1947 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı bu tür davalar açısından geçerli olup, istikrarlı bir şekilde uygulanmaktadır. Davaya konu olay ise, “mülkiyet hakkına” dayanmayıp, “şahsi hakka” dayalı tapu iptal ve tescil davasıdır. Davacı, mülkiyeti başkasına ait bulunan taşınmazın bedelinin kendisi tarafından karşılanmak suretiyle alındığını, o tarihteki ekonomik durumu nedeniyle taşınmazın resmi satış işleminin üniversite öğrencisi olan oğlu davalı adına yapılarak tapuya kayıt ettirildiğini, yıllardır kendisi tarafından kullanıldığını, davalının taşınmazı satışa çıkardığını, inançlı işleme aykırı davrandığını belirterek, taşınmazın tapusunun iptali ile adına tescilini talep etmiştir. 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı mülkiyet hakkına dayanılarak, inançlı işlem nedeniyle açılan tapu iptal davalarında uygulanabilir. Tapu iptal davasının şahsi hakka dayanması halinde, davalı taraf iddianın aksini ispat amacıyla senet ileri süremez ise bir senedin varlığından ve senede karşı tanıkla ispat yasağından söz edilemeyecektir. Mahkemece, inançlı işlem nedeniyle mülkiyeti davalıya devredilen ve yine bu sözleşme hükümleri uyarınca mülkiyet hakkına dayanılarak taşınmazın iadesinin talep edildiği davalarda uygulanması gereken İçtihadı Birleştirme Kararının, yanlış anlam verilmek suretiyle, şahsi hakka dayalı inançlı işlem gerekçe gösterilerek açılan bu davada da uygulandığı, ispat hukukuna ilişkin hükümlerin ise nazara alınmadığı ve davacının elinde davasını ispata yönelik yazılı belgesi bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Davaya konu inançlı işlemin baba-oğul arasında yapıldığı ve bu taraflar arasında mülkiyetin nakline yönelik resmi bir senedin varlığı ileri sürülmediğine göre, davanın ispat hukukuna ilişkin genel hükümler çerçevesinde ve özellikle 6100 sayılı Kanunun senetle ispatın istisnasını düzenleyen 203. maddesi nazara alınarak davacı tarafın tanıkları dinlenmek suretiyle çözülmesi gerekirken; mahkemece, davacının tanık deliline dayanamayacağına yönelik değerlendirmeleriyle, tanık dinletme talebi reddedilerek, iddiasını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir. Açıklanan gerekçelerle, yerel mahkemenin hukuka aykırı hükmünün bozulması gerekirken, onanmasına yönelik Sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.
...
...
..."