Delil Hukuk Bürosu
Makale İçeriği:
Velayet Nedir?
Velayet, yalnızca bir hak olmaktan ziyade aynı zamanda bir yükümlülüktür. Velayet hakkı sahibi anne ve/veya baba, çocuğun eğitimi, bakımı ve gözetimine ilişkin olarak imkanlarını seferber etmeli, sosyo-ekonomik ve kültürel imkanları dahilinde çocuğun kendini gerçekleştirebilmesi için gerekli işlemleri yerine getirmelidir.
Velayetin asıl amacı, her koşulda çocuğun yüksek yararı gözetilerek, çocuğun bedensel, zihinsel, duygusal ve ahlaki bakımdan hayata hazırlanmasına olanak sağlayacak bir ebeveyn-çocuk ilişkisinin ve hukuki statüsünün sağlanmasıdır. Evlilik birliği içerisinde çocuğun bakımı, gözetimi, korunması, temsili ve eğitilmesine ilişkin kararları alma hakkı ve sorumluluğu ana babadadır. Ancak değişen durumlar çocuğun üstün yararı ilkesi ile birlikte ele alınarak değerlendirilmeli ve özellikle boşanma halinde çocuğa yönelik olası hukuki sorunların önüne geçilmelidir. Daha önce verilmiş olan velayet kararlarına dair olarak da çocukluk dönemi sona erene kadar, velayet hakkının kullanılmasını olumsuz yönde etkileyebilecek bir değişiklik halinde ya da velayet hakkının kötüye kullanılması durumunda çocuğun yararını korumak ve geleceğini güvence altına almak üzere velayetin kullanımına ilişkin yeni bir düzenlemeye gitmek gerekebilmektedir.
Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler. Velâyet kendisine bırakılmayan eş ile müşterek çocuk arasında kişisel ilişki kurulabilmesi, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutularak karara bağlanması gereken bir husus olmaktadır. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır(Bakınız: İştirak Nafakası).
Bu makalemizde velayetin özellikleri, kapsamı, boşanma davasında velayetin kazanılması, boşanma davası sonrasında velayetin değiştirilmesi ve velayet kendisine bırakılmayan eş ile müşterek çocuk arasında kişisel ilişki kurulması hususlarını işleyeceğiz.
Boşanma Davasında Velayet Talebi
Velayet talebi, boşanma davasının ferileri arasında yer almaktadır ve bu nedenle, açılacak olan boşanma davası ile birlikte müşterek çocuğun velayetinin dava süresince geçici, dava sonrasında da kalıcı olarak taraflardan birine bırakılmasına hükmedilebilir. Bu halde ayrıca dava açılmasına gerek olmayacaktır. Kaldı ki, boşanma davasında taraflarca velayete ilişkin olarak talepte bulunulmaması halinde dahi hakim tarafından durumun gereklerine göre velayet hususunun ve çocuğun üstün yararının kamu düzenine ilişkin olmasından dolayı hüküm kurulması söz konusu olabilecektir.
Türk Medeni Kanunumuzun 182/1. Maddesine Göre: "Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler."
Boşanma davasında velayet talebinde bulunulması, ayrı bir dava değildir; yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi boşanma davasının ferilerinden olan velayet talebine istinaden ayrı bir dava açılması zorunlu değildir. Hakim tarafından boşanma davasında velayete hükmedilmekle birlikte, velayet kendisine verilen eş tarafından velayet hakkının gerekleri yerine getirilmez veya diğer eşin çocukla kişisel ilişki kurmasına dair mahkeme tarafından hükmedilen kararlara ve sürelere itimat edilmezse, velayet diğer eşe verilebilir.
Velayetin Değiştirilmesi Davası
Velayet davası, boşanma davasından sonra da açılabilmektedir. Bu davada, boşanma davasında hakim tarafından halihazırda velayete ilişkin hüküm kurulmuş olacağından dolayı, değişen şartlar öne sürülerek velayetin değiştirilmesi ve diğer eşe verilmesi talep edilecektir.
Boşanma davasından sonra ve bu davadan ayrı olarak açılacak olan bir velayet davasının, halihazırda sonlanmış ve kesinleşmiş bir boşanma davasının konusu edilemeyecek olmasından dolayı artık boşanmanın ferisi olarak aynı davaya tabii olması düşünülemeyecektir. Dolayısıyla boşanma davası sonrasında açılacak olan velayet davasının yeni bir dava olması nedeniyle ayrıca harç vb. mahkeme masrafları ödenmeli ve yeniden avukatlık ücreti ödenmelidir.
Bu davada değişen şartların velayete ilişkin yeni bir hüküm kurulmasını gerektirdiği, mental anlamda irade kapasitesi gelişmiş ve kendi adına tercihlerde bulunabilme yetisine sahip olan çocuğun artık diğer ebeveyni ile yaşamak istemesi, velayet hakkı sahibi eşin bu hakkını kötüye kullandığı ya da velayete ilişkin yükümlülüklerini yerine getiremeyecek durumda olması gibi iddialar öne sürülerek, daha önce kurulmuş olan velayet hükmünün değiştirilmesi talep edilir.
Velayetin değiştirilmesi davasında mevcut olguların değişmiş olması şartı aranır. Bu mevcut olguların değişimi sonucu velayet hakkına haiz olan tarafın velayet görevini aksatmış olması yahut velayet görevini gereği gibi yerine getirememesi gerekir.
Velayetin değiştirilmesine ilişkin şartlar TMK’da açıkça düzenlenmiştir. TMK md. 183: “Ana veya babanın başkasıyla evlenmesi, başka bir yere gitmesi veya ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması hâlinde hâkim, re'sen veya ana ve babadan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu maddeye göre; velayet hakkına sahip olan tarafın kötü niyetli olarak velayet hakkına sahip olmayan tarafın çocukla kişisel ilişki kurmasını engellemesi(Yargıtay kararlarında ve literatürde ebeveyn yabancılaştırma sendromu/ebeveyne yabancılaşma sendromu/yabancılaşma sendromu olarak ifade edilebilmektedir), çocuğun bakımıyla ilgilenilmemesi, çocuğun psikolojik gelişiminin önemsenmemesi yahut olumsuz etkilenmesi, çocuğun menfaatinin gerektirmesi, kanunda düzenlendiği üzere; velayeti kendisinde bulunan annenin ya da babanın yeniden evlenmesi, velayet hakkı kendisine verilen tarafın bir başka yere gitmesi, ölüm veya velayet görevinin kullanılmasının engellenmesi velayetin değiştirilmesi sebepleridir.
Hakimin velayetin değiştirilmesine karar vermesinin farklı bir takım sonuçları da ortaya çıkmaktadır. Velayetin değiştirilmesinin sonucu olarak velayet hakkı elinden alınan tarafın çocukla kişisel ilişki kurmasının düzenlenmesi gerekmektedir. Yahut velayet hakkı elinden alınan tarafın velayet hakkı sahibine hakimin takdiri ile iştirak nafakası ödemesi gerekmektedir. Hakim velayetin değiştirilmesine karar verdiğinde işbu hususları da düzenlemelidir.
Türk Hukuk Sisteminde Ortak Velayet
Türk hukuk sisteminde ortak velayet düzenlenmemiştir. Özellikle çekişmeli boşanma davalarında hakimin ortak velayete dair hüküm kurması mümkün olmamaktadır. Ancak uygulamada, anlaşmalı boşanma davalarında tarafların anlaşmalı boşanma protokolünde ortak velayet hükmüne yer vermesi durumunda birçok aile mahkemesi hakimi tarafından ortak velayete ilişkin hüküm kurulduğu görülmektedir. Bunun nedeni, taraflar arasındaki anlaşma iradesine hakimler tarafından önem verilmesi ve anlaşma ruhunun ortadan kalkmasının önlenmesinin amaçlanmasıdır. Ayrıca anlaşmalı boşanma davasının çok büyük ihtimal ile taraflardan herhangi birisi tarafından istinaf edilmeyeceği düşüncesinde olan hakimler, bu şekilde ortak velayet hükümlerini onaylayabilmektedir.
Hakim tarafından ortak velayete ilişkin olarak anlaşmalı boşanma protokolünde yer alan kısmın çıkarılmaması ve bu şekilde taraf iradeleri onaylanarak ortak velayete hükmedilmiş olması durumunda, taraflar velayete ilişkin tüm yetkileri beraber yerine getirmek durumunda olur. Bu halde uygulamada bazı sorunlarla karşılaşılabilmekte ve okul kaydı gibi resmi işlemlerin gerçekleştirilebilmesi için her iki eşin de onayı ve imzası aranabilmektedir; dolayısıyla bu gibi hususlar da gözden kaçırılmamalıdır.
Ancak yukarıda da değinmiş olduğumuz gibi kural olarak hukuk sistemimizde ve Türk Medeni Kanunumuzda düzenlenmiş olan haliyle, boşanma durumunda velayetin taraflardan yalnızca birine verilmesi gerekmektedir.
Velayet Kendisine Verilmeyen Eş ile Çocuk Arasında Kişisel İlişki Kurulması
Boşanma davası, ayrılık davası vb. durumların varlığı halinde velayet herhangi bir sebeple kendisine verilmeyen eş tarafından çocukla kendisi arasında kişisel ilişki kurulmasına karar verilmesi talep edilebilir. Talep olmasa dahi hakim tarafından Türk Medeni Kanunumuzun 182/1. maddesine göre kişisel ilişkiye ilişkin düzenleme yapılmalıdır.
Türk Medeni Kanunumuzun 182/2. Maddesine Göre: "Mahkeme, kararında kişisel ilişki düzenlemesinin gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde, çocuğun menfaatine aykırı olmamak kaydıyla velayetin değiştirilebileceğini ihtar eder."
Velayet kendisine verilen eş, mahkeme tarafından hükmedilecek olan kişisel ilişkiye ilişkin kararları yerine getirmek ve diğer eşe zorluk çıkarmamak durumundadır. Aksi takdirde velayetin değiştirilmesine ve diğer eşe verilmesine karar verilebilecektir. Örneğin, kişisel ilişki hakkı sahibi olan eş çocuğu görmek istemesine rağmen velayet hakkı sahibi eş tarafından çocuğun gösterilmemesi, görüş günlerinde diğer eşe bırakılmaması nedeniyle diğer eşin ilgili idari mercilerin yardımı ile çocuğu görmesi halinde velayetin değiştirilmesine hükmedilebilir.
Çocukla kişisel ilişki kurulmasına ilişkin olarak detaylı bilgi edinmek için, konuya ilişkin olarak hazırladığımız makalemizi inceleyebilirsiniz: Müşterek Çocukla Kişisel İlişki Kurulması
Çocuğun Giderlerine Katılma
Anne ve babanın evlilik birliği içerisinde müşterek çocukların giderlerine gelirleri oranında katılma yükümlülüğü, boşanma halinde de devam edecektir. Bu anlamda velayet kendisine verilmeyen eş tarafından, velayet kendisine bırakılan eşe belirli bir ödeme yapılması söz konusu olmaktadır. Boşanma davası süresince geçici olarak ve "tedbir nafakası" adı altında hükmedilen bu ödemeler, boşanma davası sonrasında da iştirak nafakası olarak devam eder.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin vermiş olduğu bazı kararlarda, çalışmayan eşin bile iştirak nafakası ödemek durumunda olduğu şeklinde hükümler yer aldığı görülmektedir.
İştirak nafakası ve tedbir nafakası hakkında detaylı bilgi edinmek için, konuya ilişkin makalelerimizi okuyabilirsiniz:
Anne ve Baba Haricindeki Kişilerin Velayet Talebi
Türk Medeni Kanunumuzun 335. maddesi ve devamında yer alan velayete ilişkin hükümler ile 404. maddede yer alan "Velâyet altında bulunmayan her küçük vesayet altına alınır." hükmü gereği velayet hakkı yalnızca anne ve babaya tanınan bir haktır. Anne veya baba haricindeki kişiler, örneğin: Çocuğun anneannesi, babaannesi, dedesi, amcası vb. kişiler velayet talebinde bulunamazlar; yalnızca usulüne uygun olarak tüm şartların mevcut olması halinde çocuğun vesayet altına alınmasını talep edebilirler.
Velayet Hakkının Evlilik Birliği İçerisinde Kullanılması
Evlilik birliği devam ettiği ve boşanma ya da ayrılık davası açılmadığı müddetçe eşler, velayeti birlikte kullanırlar ve çocuğun kişisel gelişimine, eğitim ve bakımına ilişkin kararları birlikte alırlar. Anne veya babadan birinin ölümü halinde sağ kalan eş velayet hakkını tek başına kullanır, bu durumda velayet hakkının sağ kalan eşin aile bireylerine kalması gibi bir durum söz konusu olmaz. Boşanma halinde ise, yukarıda bahsetmiş olduğumuz hususlar dikkate alınır ve çocuk hangi eşe bırakıldıysa o eş velayet hakkı sahibi olarak ilgili işlemleri yapabilir.
Velayet Hakkı Sahibi Kadın Tarafından Çocuğun Soyadının Değiştirilmesi
Anayasa Mahkemesi tarafından hükme bağlanan 25.06.2015 ve 2013/3434 numaralı, 11.11.2015 tarih ve 2013/9880 numaralı ve 20.07.2017 tarih ve 2014/1826 numaralı bireysel başvuru kararlarında ve sonrasında Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2018/1306 E., 2018/4719 K. sayı numarası ile verilmiş olan kararlardan açıkça görülebildiği üzere, velayet hakkı kendisine verilen kadın tarafından çocuğun soyadının değiştirilmesi talep edilebilmektedir. Aksi durum, kadın erkek eşitliğine aykırılık şeklinde yorumlanmaktadır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin söz konusu kararı makalemizin en sonunda velayete ilişkin Yargıtay kararları arasında bulunmaktadır, incelemek isteyen okurlarımız kararı inceleyip mahkeme gerekçelerini detaylı olarak öğrenebilir.
İsim ve soyisim değiştirme davalarına ilişkin detaylı bilgi için tıklayınız: İsim Değiştirme ve Soyisim Değiştirme Davaları
Velayet Hakkının Kapsamı
Velayet, Türk Medeni Kanunumuzun 335. maddesi ve devamı hükümleri ile diğer ilgili hükümlerde düzenlenmiştir.
Türk Medeni Kanunumuzun 339. maddesi ve devamında ise velayet hakkının kapsamı düzenlenmiştir. Buna göre velayet hakkına ilişkin olarak genel hatları itibariyle şu hususları söylememiz mümkündür:
Anne ve baba evlilik birliği içerisinde çocuğun bakımı ve eğitimi konusunda gerekli kararları alırken çocuğun menfaatini göz önüne almalıdır,
Çocuk ise anne ve babasının sözünü dinlemekle yükümlüdür. Anne ve baba, bu yetkilerini çocuğu suistimal etmek amacıyla kullanamazlar.
Anne ve baba tarafından sahip olunan yetkilerin kullanılmasında, mümkün oldukça çocuğun kendi hayatını düzenleme olanağı tanınmalıdır ve önemli konularda çocuğun düşüncesi de dikkate alınmalıdır,
Anne ve babanın rızası olmadıkça çocuk, evi terk edemez,
Çocuk, yasal bir sebep mevcut olmadıkça(boşanma davası, ayrılık davası veya velayet davası gibi davalar veya çocuğun anne ve baba tarafından suistimal edildiği durumlarda ilgili idari merciiler tarafından alınması gibi) anne ve babadan alınamaz,
Anne ve baba, çocuğun adını birlikte koyarlar
a) Velayet Altındaki Çocuğun Bakımı ve Eğitimi
Müşterek çocuğun bakımı ve eğitimi konusunda karar alınırken, çocuğun üstün yararı ve menfaati dikkate alınmalı ve olgunluğu ölçüsünde çocuğa kendi hayatını düzenleme olanağı tanınmalıdır; özellikle çocuğun hayatını ilgilendiren önemli konularda mümkün olabildiğince çocuğun düşüncesi göz önünde tutulmalıdır. Bunun karşılığı olarak da çocuğun velilerinin sözünü dinleme yükümlülüğü bulunmaktadır.
Anne ve baba, çocuğun eğitimi ile bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişimini kendi olanaklarının imkan verdiği ölçüde sağlamalı ve korumalıdır. Bu husus, çocuğun bedensel ve/veya zihinsel engelli olması halinde de yetenek ve eğilimlerine uygun düşecek ölçüde yerine getirilmelidir.
b) Velayet Altındaki Çocuğun Dini Eğitimi
Anne ve baba, çocuğun dini eğitimini belirleme hakkına sahiptir ve bu hakkı sınırlayacak nitelikte her türlü sözleşme geçersizdir. Ancak erginlik yaşına erişen çocuk, hiçbir baskı altında kalmaksızın kendi dinini seçme özgürlüğüne sahiptir.
c) Velayet Altındaki Çocuğun Temsili ve Fiil Ehliyeti
Çocuğun üçüncü kişiler nezdinde temsil edilmesi, velayet hakkı kapsamında anne ve baba tarafından gerçekleştirilir. Bu anlamda örneğin okul ve kurs kayıtları, spor veya sanat dallarına ilişkin eğitim programlarına kayıt gerçekleştirilmesi gibi durumlara ilişkin olarak çocuğu temsilen velileri tarafından işlem yapılır.
Anne veya baba ile hukuki işlemler yapan iyiniyetli üçüncü kişiler, eşlerden her birinin, diğerinin rızasıyla işlem yaptığını varsayabilirler. Türk Medeni Kanunumuzun 342. maddesinin 3. fıkrasına göre, çocuğun temsiline ilişkin olarak vesayet hukukunda kısıtlının temsiline ilişkin hükümlere atıf yapılmıştır.
Aynı şekilde, Türk Medeni Kanunumuzun 343/1. maddesi hükmünde, velayet altındaki çocuğun fiil ehliyeti açısından da vesayet hükümlerine atıf yapılmıştır. Çocuk, kendi borçlarından, anne ve babanın çocuk malları üzerindeki haklarına bakılmaksızın kendi malvarlığı ile sorumlu olur.
Vesayet ve vasinin yetkilerine ilişkin olarak detaylı bilgi edinmek için tıklayınız: Vasi Tayini ve Vesayet Davası
d) Çocuğun Aileyi Temsili ve Anne-Baba ile Çocuk Arasındaki Hukuki İşlemler
Çocuğun ayırt etme gücüne sahip olması halinde, anne ve babanın rızasıyla aile adına hukuki işlemler yapması mümkündür, ancak çocuk tarafından aileyi temsilen yapılan işlemlerden dolayı anne ve baba borç altına girerler. Çocukla anne ve baba ya da anne ve babanın menfaatine olacak şekilde çocukla üçüncü kişiler arasında gerçekleştirilecek olan hukuki işlemlerden kaynaklı olarak çocuğun borç altına girebilmesi, hakimin onayına ve kayyımın katılımına bağlıdır. Aksi takdirde hukuki olarak anne ve babanın borç altına gireceğinin kabulü gerekir.
Velayetin Kaldırılması
Türk Medeni Kanunumuzun 348. Maddesine Göre: Çocuğun anne, baba veya üçüncü kişilerden korunmasını gerektiren bir durumun mevcut olması ve buna ilişkin diğer önlemlerden sonuç alınamaması ya da bu önlemlerin yetersiz olacağının önceden anlaşılması halinde, hâkim aşağıdaki sebeplerle veya somut olayın gerektireceği başkaca nedenlerle velâyetin kaldırılmasına karar verir:
Anne ve babanın deneyimsizliği,
Anne ve babanın hastalığı,
Anne ve babanın başka bir yerde bulunması veya
Benzeri sebeplerden biriyle velayet görevini gereği gibi yerine getirememesi,
Ana ve babanın çocuğa yeterli ilgiyi göstermemesi veya
Ana veya babanın çocuğa karşı yükümlülüklerini ağır biçimde savsaklaması
Velâyet ana ve babanın her ikisinden kaldırılırsa çocuğa bir vasi atanır. Kararda aksi belirtilmedikçe, velâyetin kaldırılması mevcut ve doğacak bütün çocukları kapsar.
Sıkça Sorulan Sorular
Velayet hakkı sahibinin evlenmesi halinde, velayet diğer eşe geçer mi?
Velayet hakkı sahibinin evlenmesi, velayetin kaldırılmasını gerektirmez. Ancak bu durum, TMK 183. maddesi hükmü gereğince velayetin değiştirilmesine gerekçe gösterilebilecektir. Bu neviden bir talebin bulunması halinde hakim, durumun gereklerine ve çocuğun menfaatine göre karar verecektir.
Velayet hakkı sahibi başka bir yere taşınırsa velayet hakkını kaybeder mi?
Velayet hakkı sahibinin çocuğu da alıp taşınması ve yer değiştirmesi, başlı başına velayetin kaldırılmasına sebep oluşturmaz. Ancak TMK 183. madde hükmü gereğince velayetin kaldırılması yerine değiştirilmesi ve diğer eşe verilmesine hükmedilebilir. Bu neviden bir talebin bulunması halinde hakim, durumun gereklerine ve çocuğun menfaatine göre karar verecektir.
Velayet, babaya verilebilir mi?
Velayet hakkının kesinlikle kadına verilecek olduğunu düşünmek doğru olmayacaktır; ancak çoğunlukla kadın eşe verildiği doğrudur. Bu durumun sebebi, kadın eşin "kadın" olmasından dolayı değil, çocuğun üstün yararı ilkesi gereği çocukluk çağında kurulması gereken anne-çocuk ilişkisinin çocuk psikolojisi açısından oldukça önemli olmasıdır. Ancak haklı sebeplerin varlığı halinde çocuğun velayetinin babaya bırakılması da mümkündür.
Velayet hakkı sahibi ölürse, velayet diğer eşe kendiliğinden geçer mi?
Evlilikte bir eşin ölümü halinde velayet, TMK 336. madde hükmü gereği kendiliğinden diğer eşe geçer. Ancak boşanma halinde velayet hakkı eşlerden birine bırakılmışsa, o eşin ölümü halinde velayet kendiliğinden diğer eşe geçmez. Bu hususa ilişkin olarak mahkemeye başvurulmalı ve velayete ilişkin olarak hüküm kurulmalıdır.
Çocukla kişisel ilişki kurulması talebi reddedilebilir mi?
Velayet hakkı kendisine bırakılmayan ebeveynin müşterek çocukla kişisel ilişki kurması, anne veya babanın hakkı olduğu kadar çocuğun da hakkıdır ve çocuğun üstün yararının gereklerinden birisidir. Bu nedenle, çocukla kişisel ilişki kurulmasını engelleyecek haklı bir sebebin mevcut olmaması halinde, çocukla kişisel ilişki kurulması talebi reddedilmemelidir.
Velayet davası nasıl kazanılır?
Velayet davasının kazanılması, çocuğun üstün yararının talepte bulunan eş ile kalmasına bağlı olduğunun ispatlanması yoluyla sağlanabilmektedir. Bu anlamda velayet davasında anne ve/veya babanın şahsi ve soyut ihtiyaç ve arzuları değil, çocuğun kişisel gelişiminin somut gerekleri dikkate alınır.
Velayet kadına bırakılırsa çocuğun soyadını değiştirebilir mi?
Evet, velayet hakkı kadına verilirse, kadın tarafından çocuğun soyadı değiştirilebilir. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay'ın bu hususa ilişkin olarak vermiş olduğu kararlar incelendiğinde, günümüzde velayet hakkının kadına bırakılması halinde kadın tarafından soyadının değiştirilmesine ilişkin olarak talepte bulunulabileceği yönünde hüküm kurulduğu görülmektedir.
Velayete İlişkin Yargıtay Kararları
Velayet hususuna ilişkin olarak karar verilirken, idrak yetisi bulunan çocuğun kendi görüşünün de alınması gerektiğine ilişkin karar,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/3117 E., 2018/1278 K. sayılı kararı "İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi "...
...
...
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: 26.01.2006 doğumlu müşterek çocuğun velayeti konusunda mahkeme huzurunda bizzat görüşüne başvurulmasının gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre uzman tarafından alınan beyanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 337, 340, 342 ve 346. maddeleri uyarınca velayet, çocukların bakım, eğitim, öğretim ve korunması ile temsil görevlerini kapsar.
Velayet, aynı zamanda ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri de içerir.
Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocuklarına bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu bağlamda sağlayacağı eğitim ile istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlâk sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunmaktadır.
Velayetin kaldırılması ve değiştirilmesi şartları gerçekleşmedikçe, ana ve babanın velayet görevlerine müdahale olunamaz.
Ayrılık ve boşanma durumunda velayetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararlarıdır. Başka bir anlatımla, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almaktır.
Öte yandan, TMK'nın 335 ila 351. maddeleri arasında düzenlenen “velayet”e ilişkin hükümler kural olarak, kamu düzenine ilişkindir ve velayete ilişkin davalarda resen (kendiliğinden) araştırma ilkesi uygulandığından hâkim, tarafların isteği ile bağlı değildir. Velayetin değiştirilmesine yönelik istem incelenirken ebeveynlerin istek ve tercihlerinden ziyade çocuğun üstün yararı göz önünde tutulur.
Hukuk Genel Kurulunun 14.06.2017 gün ve 2017/2-1887 E., 2017/1196 K. sayılı kararında da velayetin düzenlenmesinin kamu düzenine ilişkin olduğu, usulü kazanılmış hak ilkesinin istisnasını oluşturduğu benimsenerek aynı ilkelere vurgu yapılmıştır.
Diğer taraftan, 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda onaylanarak 02 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren ve Türkiye Cumhuriyeti'nce de kabul edilip, 27 Ocak 1995 gün ve 22184 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 12. maddesi:
“Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar. Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.”
hükmünü içermektedir.
Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin:
Çocuğun usule ilişkin haklarından, davalarda bilgilendirilme ve dava sırasında görüşünü ifade etme hakkının düzenlendiği 3. maddesinde ise:
“…Yeterli idrake sahip olduğu iç hukuk tarafından kabul edilen bir çocuğun, bir adli merci önündeki, kendisini ilgilendiren davalarda, yararlanmayı bizzat da talep edebileceği aşağıda sayılan haklar verilir:
a)İlgili tüm bilgileri almak;
b)Kendisine danışılmak ve kendi görüşünü ifade etmek;
c)Görüşlerinin uygulanmasının olası sonuçlarından ve her tür kararın olası sonuçlarından bilgilendirilmek.” ;
Adli mercilerin rolünden, karar sürecinin düzenlendiği 6. maddede (b) ve (c) bentlerinde ise:
“b)…Çocuğun iç hukuk tarafından yeterli idrak gücüne sahip olduğunun kabul edildiği durumlarda,…çocuğun yüksek çıkarına açıkça ters düşmediği takdirde,gerekirse kendine veya diğer şahıs ve kurumlar vasıtasıyla, çocuk için elverişli durumlarda ve onun kavrayışına uygun bir tarzda çocuğa danışmalıdır.
-çocuğun görüşünü ifade etmesine müsaade etmelidir.
c)Çocuğun ifade ettiği görüşe gereken önemi vermelidir.”
düzenlemesi yer almaktadır.
Velayetin anne ya da babaya verilmesi, daha çok çocuğu ilgilendiren, onun menfaatine ilişkin bir husus olduğuna göre, gerek yukarıda açıklanan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3. ve 6. maddelerinde yer alan hükümler, gerekse velayete ilişkin yasal düzenlemeler karşısında, velayeti düzenlenen çocuğun, idrak çağında olması halinde, kendisini yakından ilgilendiren bu konuda ona danışılması ve görüşünün alınması gerekir.
Somut olayda da, velayetinin değiştirilmesi talep edilen müşterek çocuk Efe, dava tarihinde 8, karar tarihinde 10, bozma kararının verildiği tarihte ise 12 yaşında olup, müşterek çocuk davanın tüm aşamalarında idrak çağındadır. İdrak çağında olan müşterek çocuğun uzmanlar tarafından alınan beyanında hem annesi hem de babası ile olmak istediğini ifade ettiği, herhangi bir tercihte bulunmadığı belirtilmiştir. 17.06.2015 tarihli raporun sonuç kısmında da küçüğün kendi arzu ve isteklerini belirleyebilecek, bunları ifade edebilecek olgunlukta olduğu, bu nedenle çocuğun beyanlarının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca dosya içerisinde bulunan ve çocuğun devam ettiği okulda görevli olan rehber öğretmen tarafından tutulan 01.06.2015 tarihli raporda da, küçüğün içe dönük ve dalgın olduğu, konuşurken bacaklarını salladığı, sorulan sorulara "hı hı" gibi net olmayan, kolayca değiştirilebilen çelişkili cevaplar verdiği hususları dile getirilmiştir. Kaldı ki, dava tarihinden itibaren küçüğün yaşadığı veya yaşamak istediği ortamı değerlendirmesine imkân verecek, dolayısıyla velayeti konusunda görüşünün alınmasını gerektirecek ölçüde uzun süre geçtiği de görülmektedir.
Açıklanan nedenlerle mahkemece yapılacak iş; yeterli idrak gücüne sahip olduğu kabul edilen çocuğa, kendisini doğrudan ilgilendiren velayet konusunda danışılarak, görüşünü gerekçeleriyle birlikte ifade etme olanağının sağlanması; ifade edeceği bu görüşün, çocuğun kendi çıkarına ters düşmediği takdirde, buna önem verilerek sonucuna göre bir karar verilmesi olmalıdır.
O hâlde, aynı hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. ...
...
..."
Ebevene yabancılaşma sendromuna ilişkin karar,
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2019/501 E., 2019/3271 K. sayılı kararı "İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : Kişisel İlişkinin Kaldırılması "...
...
...
Davacı anne tarafından koşulların değişmesi nedeniyle baba ile ortak çocuk arasında kurulan kişisel ilişkinin kaldırılması talebi ile açılan davada ilk derece mahkemesince, "sosyal inceleme raporu kapsamına göre ayrılık süresinde küçüğün her iki ebeveynine de ihtiyacı olduğu, ebeveynlerini uzun süre göremeyen çocukların ebeveynlerinden birisine karşı yabancılaşma sendromu içerisine girebilecekleri, bu sendromu yaşayan çocukların karşısındaki insana göre farklı konuşup değişik söylemlerde bulanabilecekleri, birlikte kaldıkları ebeveynleri neyi duymak istiyorsa onu söyleyebilecekleri, herkese ayrı konuşabilecekleri gibi suskunluk içine girebilecekleri, küçüğün birlikte kaldığı ebeveyninin beklentisine uygun davranış geliştirip birlikte kalmadığı ebeveyni ile görüşmek istemediğini söyleyebileceği, küçüğün bu şekildeki beyanlarının kişisel ilişkinin kaldırılması için yeterli ve başlı başına bir sebep olmadığı, dinlenen tanık beyanlarından küçüğün babasıyla görüşmeye hevesle gittiği, kuzenlerinin gelmemesi yüzünden sıkılması yada hastalanması nedeniyle kişisel ilişkinin kaldırılamayacağı, davalı babanın müşterek çocuk ile görüşmesinin en tabi haklarından olup küçükle kurulan şahsi ilişkinin bu gerekçelerle kaldırılamayacağı” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, karar davacı anne tarafından istinaf edilmiştir.
İnceleme yapan bölge adliye mahkemesince davacı annenin istinaf taleplerinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
... 2006 doğumlu olup velayeti anneye bıkarılmış, baba ile de boşanma ilamında gösterilen şekilde sadece baba ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmuştur. Tüm dosya kapsamından çocuk ile baba arasındaki kişisel ilişkinin kaldırılmasını gerektirir sebeplerin varlığı ispat edilmemiştir. Küçük Nisa Deniz'nin babasının evlendiği kişiyle ve babaannesi ile vakit geçirmek istemediğini beyan etmiş olması tek başına kişisel ilişkinin kaldırılmasını, ya da daraltılmasını gerektirir bir sebep değildir. Kaldı ki psikolog raporunda da babası ile görüşmelerinde küçüğün heyacanlı ve istekli olduğu, kişisel ilişkinin değiştirilmesine gerek olmadığı, küçüğün babaya ihtiyacı olduğu belirtilmektedir.
O halde bölge adliye mahkemesince davacı kadının istanf taleplerinin reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulü ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
...
...
..."
Anne veya baba dışında kimselerin velayeti alamayacağı ve diğer şartların mevcut olması halinde yalnızca velayetin kaldırılması amacıyla vesayet yoluna başvurulması gerekeceğine ilişkin karar,
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2015/13213 E., 2015/17436 K. sayılı kararı "İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi DAVA TÜRÜ : Velayetin Kaldırılması "...
...
... Mahkemece; küçük ... davalı annede bulunan velayet hakkı kaldırılarak ... velayeti anneannesi ...'e verilmiş, hüküm davalı anne tarafından velayetin davacıya verilemeyeceği ve davacının vasi olarak atanması gerektiği gerekçesiyle temyiz edilmiştir. Türk Medeni Kanununun 404. maddesinde velayet altında bulunmayan küçüklerin vesayet altına alınacağı düzenlenmiştir. Sözü edilen yasal düzenlemeye göre velayet hakkı münhasıran anne ve babaya tanınan bir hak olup evlat edinme hariç ana baba dışında hiç kimseye tevdi olunamaz. O halde davalı annenin çocuk üzerindeki velayet hakkının kaldırılması ile çocuğa vasi tayini için vesayet makamına ihbarda bulunulmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde velayetin davacı anneanneye verilmesi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir. ...
...
..."
Boşanma halinde velayet hakkına tek başına sahip olan annenin, çocuğun menfaatinin de bunu gerektiriyor olması halinde çocuğun soyadını değiştirebileceğine ilişkin karar,
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2018/1306 E., 2018/4719 K. sayılı kararı "İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : Velayet Hakkına Sahip Annenin Ortak Çocuğun Soyadının Değiştirilmesi "...
...
...
Dava münhasıran velayet hakkına sahip davacı annenin ortak çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesine yöneliktir.
Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; ortak çocuk Asır Efe'nin tarafların evlilik tarihinden önce 17.03.2011 tarihinde doğduğu, 18.03.2011 tarihinde davalı baba tarafından tanınarak baba ile soybağının kurulduğu, tarafların 22.08.2011 tarihinde evlendikleri ve 27.02.2015 tarihinde kesinleşen kararla boşandıkları, boşanma kararı ile birlikte ortak çocuk Asır Efe'nin velayetinin davacı anneye bırakıldığı, davacı annenin halen velayet hak ve sorumluluğuna sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur (TMK m. 282). Evlilik dışında doğan çocuk, ana ve babasının birbiriyle evlenmesi hâlinde kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olur (TMK m. 292). Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır (TMK m. 321).
Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir (TMK m.27). Soyadı, bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru hâline gelen, birey olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez, devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkıdır.
Velayet; ana veya babanın, ergin olmayan çocuklarının veya kısıtlanmış ergin çocuklarının kişi varlığına, malvarlığına ve bu iki husus hakkında onları temsiline ilişkin sahip oldukları hakların ve yükümlülüklerin bütününe denir (Akıntürk, Turgut: Türk Medeni Kanunu C.2, Aile Hukuku, İstanbul 2002, s. 400). Velayet, çocuk ergin oluncaya kadar onunla ilgili alınması zorunlu kararları alma hususunda veliye sorumluluk yükler ve onları yetkili kılar. Bu bakımdan modern hukukta velayet, bir hak olduğu kadar aslında çocuğun üstün yararının sağlanması bakımından yetki ve sorumluluk da içerdiğinden, hak ve yükümlülüklerin toplamı olarak kabul edilmektedir. Velayetin nihai amacı, henüz erginliğe ulaşmamış küçüğün, ileride bir yetişkin olarak gelecekteki hayata hazırlanmasını sağlamaktır (AKYÜZ,Emine Çocuk Hukuku Çocuk Haklarının Korunması,2012 s.220). 4721 sayılı Kanun’un velayet hakkına ilişkin 335. maddesinde, ergin olmayan çocuğun, ana ve babasının velayeti altında olduğu, yasal sebep olmadıkça velayetin ana ve babadan alınamayacağı belirtilmek suretiyle evlilik ilişkisi süresince velayet hakkının ve bu kapsamdaki yetkilerin ortak kullanımına işaret edilmiş; 336. maddesinde evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velayeti birlikte kullanacağı, ortak hayata son verilmesi veya ayrılık hâlinde hâkimin velayeti eşlerden birine verebileceği, ana ve babadan birinin ölümü hâlinde velayetin sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa ait olduğu hüküm altına alınmış, velayet hakkı ve içerdiği yetkilerin kullanımı noktasında da eşlerin eşitliği prensibi yansıtılmaya çalışılmıştır.
Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde, velayet hakkı kapsamındaki yetkiler dâhilinde olan çocuğun soyadının belirlenmesi hususunun düzenlendiği 21.6.1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır." şeklindeki düzenleme Anayasa Mahkemesinin 8.12.2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal kararı gerekçesinde, kadın ve erkeğin evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gereğine yer veren uluslararası sözleşme hükümlerine de atıf yapılmak ve eşlerin, evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda oldukları, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayırım yapılması sonucunu doğuracağı belirtilmek suretiyle itiraz konusu kuralın, Anayasa’nın 10. ve 41. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptaline karar verildiği belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin 25.06.2015 ve 2013/3434 numaralı, 11.11.2015 tarih ve 2013/9880 numaralı, 20.07.2017 tarih ve 2014/1826 numaralı bireysel başvuru kararlarında ise; velayet hakkı tevdi edilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebin, velayet hakkı ve bu kapsamdaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olması sebebiyle Anayasa'nın 20. maddesi kapsamında ele alınması gereken bir hukuki değer olduğunu, koruma, bakım ve gözetim hakkı veya benzer terimlerle ifade edilen velayet hakkı kapsamında, çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığını, eşlerin evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda olduğunu, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele teşkil ettiğini, çocuğun bir aileye mensubiyetinin belirlenmesi amacıyla bir soyadı taşıması ile nüfus kütüklerindeki kayıtların güvenilirliği ve istikrarının sağlanmasında, çocuğun ve kamunun açık bir menfaati bulunmakla birlikte, annenin soyadının çocuğa verilmesinin söz konusu menfaatlerin tesisine olumsuz etkilerinin kesin olarak saptanması gerektiğini ve başvurulara konu yargısal uygulamaların ölçülü olduğunun kabul edilemeyeceğini belirterek, eldeki somut olaya benzer nitelikteki başvurulara konu yargısal kararlarda Anayasa’nın 20. maddesi ile birlikte değerlendirilen Anayasa'nın 10. maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verilmiş, aynı kararlarında ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemesine gönderilmesini de kararlaştırmıştır.
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru sonucunda verdiği ihlal kararları, soyut ve somut norm denetiminden farklı olarak, sadece başvuruda bulunan kişi ve başvuruya konu idari işlem ya da karar açısından geçerli ve bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesinin saptadığı hak ihlalinin, mahkeme kararından kaynaklandığını belirleyen ve Kuruluş Kanununun 50. maddesinin (2.) fıkrasında dayanarak aldığı "ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmasına” ilişkin kararı karşısında, ilk derece mahkemelerinin başvuru konusu somut olay ve kişi bakımından artık başka türlü karar vermesine olanak yoktur. Ne var ki, yukarıda açıklanan velayet hakkına sahip annenin ortak çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesine yönelik açılan başkaca davalarda yapılan benzer yargısal kararların, bireysel başvuru konusu yapılması Halinde Yüksek Mahkemece, bundan sonra da hak ihlalinin tespit edileceği ve ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yolunun açılacağı da muhakkak gözükmektedir. Anayasanın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Türkiye’nin taraf olduğu eki protokollerin ortak koruma alanında bulunan "temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının" öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yollarında çözüme kavuşturulması asıldır.
Anayasa Mahkemesi'nin bu kararları kapsamında; “Çocuğun Üstün Yararı” ilkesinin de irdelenmesi gerekmektedir. Bu ilkenin en genel anlamdaki tanımı, çocuğun yararlarının her zaman ve her koşulda öncelikle korunması olup, çocuk hukukunda karşılaşılan tüm sorunlarda, görevli ve yetkililere yol gösteren, çocuk yararına çözümün tercih edilmesini emreden, zayıfı, güçlüye karşı koruyan en üst ilkedir (AKYÜZ,Emine Çocuk Hukuku Çocuk Haklarının Korunması, 2012 s. 10). Çocuğun üstün yararı, çocuğu ilgilendiren her işte göz önüne alınması zorunlu olan ve belirli bir somut olayda çocuk için en iyisinin ne olduğunu belirlemede dikkate alınan bir ölçüt, bir kılavuzdur. Çocuğun üstün yararı çocuğun haklarını garanti altına alan bir işlev de üstlenmektedir (YÜCEL,Özge Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt 1 Sayı 2, Aralık 2013, s. 117-137). Esasın da çocuğun üstün yararına gereken önemin verilmesi, yalnızca çocuğun ya da ana babanın değil, toplumun da menfaatinedir. Çünkü çocuğun sosyal, kültürel, fiziksel ve psikolojik yönden olumlu gelişimi, ilerde toplumda zararlı davranışlarının ortaya çıkmasını da engelleyecektir (BAKTIR, Çetiner Selma, Velayet Hukuku, Ankara 2000 s.33).
Somut olayda, velayet hakkına sahip davacı anne, soyadlarının farklı olmasından çocuğun rahatsız olduğunu ve anne ile aynı soyadını taşımak istediğini ileri sürmüş olup, davacı tanıkları da davalı babanın çocuğuna ilgisiz olduğunu, yaklaşık üç yıldır babanın çocuğunu görmeye gelmediğini, çocuğun birlikte yaşadığı anne ile aynı soyadını taşımamaktan rahatsız olduğunu, anne ile aynı soyadını taşımak isteğini sürekli dile getirdiğini, kendisini tanıtırken soyadını annenin soyadı olan "Karakol" olarak ifade ettiğini beyan etmişlerdir. Çocuğun soyadının annenin soyadı ile değiştirilmesi halinde çocuğun üstün yararı bakımından ruhsal gelişiminin olumsuz etkileneceği ileri sürülmediği gibi, az önce açıklanan tanık beyanlarından çocuğun soyadının annenin soyadı olarak değiştirilmesinin çocuğun üstün yararına olabileceği anlaşılmaktadır.
Tüm bu açıklamalar ışığında; velayet hakkı tevdi edilen annenin çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebinin velayet hakkı kapsamındaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olduğu, velayet hakkı kapsamında çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığı, aynı hukuksal konumda olan erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının kadına tanınmamasının velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele teşkil edeceği, evlilik birliği içinde doğan çocuğun taşıdığı ailenin soyadını, evlilik birliğinin sona ermesi ile kendisine velayet hakkı tevdi edilen annenin kendi soyadı ile değiştirmesini engelleyici yasal bir düzenlemenin bulunmadığı, somut olayda söz konusu değişikliğin çocuğun üstün yararına da aykırı bulunmadığı ve çocuğun soyadı değişmekle kişisel durumunun değişmeyeceği (TMK m. 27) dikkate alındığında, Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği hak ihlaline ilişkin kararları da gözetilerek, davanın kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir. ...
...
..."
UYARI: Bu sitede yer alan bilgiler kamuoyunu bilgilendirme amaçlı olup profesyonel hukuki danışmanlık niteliğinde değildir. Boşanma, velayet vb. hususlar toplumun temel yapı taşı olan aile kurumunu oldukça yakından etkileyen hukuki müesseseler olduklarından dolayı, telafisi güç olabilecek herhangi bir hak kaybının önüne geçilebilmesi adına ankara boşanma avukatı ile irtibata geçilip profesyonel hukuki danışmanlık ve dava hizmeti tedarik edilmesini tavsiye etmekteyiz.